13 Kasım 2007 Salı

Benim Hakkım Var ya Senin?




BENİM HAKKIM VAR YA SENİN?



Türkiye gündeminin hiç tüketilememiş, tükenmeyecek söylemi: Kadın hakları. O kadar ki sonunda konuşa konuşa kadınlarımızı bile nerdeyse inandıracağız haklarında sorun olduğuna. Verilmemiş haklarını ancak büyük mücadelelerle alabileceğine.Verilmesi gereken hakları da almak için sürekli konuşmaya… Konuşalım, konuşalım belki konuşa konuşa alırız bu hakları. Hani konuşana hemen ne istiyorsa verilir ya.… Ondan…

Toplumsal yapının iki cinsiyetinden birisi olan kadınların bedenen güçsüzlüklerinin sanki beyinlerindeki güçsüzlük gibi algılanıp, korunmaya ihtiyaç duyulduğunun söylenmesi zaten baştan kabulüdür beyinlerdeki “insan” vurgusundaki sıkıntının. Baştan korunmaya ihtiyaç duyulduğu düşünülen bazı kadınlar ise kendine ait değerlerinin olmadığını düşünüp katılır tüm bu söylemlere. “Evet, bana haklarımı verin” Verelim. Ne istersiniz? Orta mı olsun, açık mı? Bazıları “kadınlara ait hak mı olurmuş haklar her canlı içindir” söylemleriyle gezinirken.

“İnsan” önce kendisini insanda bulmalı sözünü düşünmeden yuvarlanır ağzımızdan kadın hakları. Baştan ikinci sınıf bir cinsiyet olduğu tezine dayanılarak. Bakışlardaki kadın yaklaşımında görülen istenmeyen tüm durumlar, kendisini hak arama şeklinde göstererek. Oysa ki ortada ne ikinci sınıf cinsiyet ne de birinci sınıf cinsiyet vardır. Topu topu, toplam, hepsi, bütünü iki cinsiyettir yaşanması gereken, birlikte yaşaması gereken.

Verilmesi istenen haklarının kimin tarafından gaspedildiğini ise tüm kadınlar çok iyi bilir ezberden. Sanki başka cinsiyet ve insan şekli kalıyormuş gibi: Suçlu erkekler. Erkekler hemen savunmaya geçer, eni topu iki cinsiyet olduğu için kendileri kötü hissederek.!”Biz tüm kadınların mutlu olmasını istiyoruz“ Çok iyi, herkes oyunu kuralına göre oynuyor. Ancak erkekler de suçlanan taraf olarak bir kaç çeşit davranış gösterirler aralarında. “ Kadının hakkı mı olurmuş”, “ O ne ? “, “ Kadınlar mı onlar zaten evimin gülü.”, “ Kadınıma dokunanı yakarım.”,” Elbette kadınlara hak ettikleri haklar verilsin”….Tüm bu istenmeyen, baştan kadının eksikliğini kabul eden yaklaşımlar bir tarafa, kadınlar toplumsal yaşamın zaten ortasında bulunduklarından içten içten şaşkınlık yaşarlar. Ama bedenlerindeki zariflik beyinlerine de geçtiğinden belli etmezler tüm gerçeği bildiklerini. Diğer cinsiyet haklıymış gibi davranmak işlerine gelir: “Daha fazla ne alabilirim? “

Toplumsal yaşantılarda beyinlerden giderek uzaklaşan “insan” vurgusu, engelli, çocuk, hasta, yaşlı, kadın, erkek….tüm insanlara ait olması gereken bir vurgudur. Beyinlerin öncelikle algılaması gereken vurgu. Bir insana baktığımız anda beyinlerin yüreklerdeki yansıması şeklinde yaşanılan bir vurgu. İnsanları bölmeden, ayırmadan, kategorize etmeden gözlerin ötesinde yaşanılan bir vurgu. Tüm insanların birbirlerine bakarken yüreklerinde yaşamaları gereken vurgu. Kadınlar ya da başka ayrılarak düşünülen insanlara ait olan tüm hak vurgularının kurgusu baştan “insan” anlayışına uygun olmayan bir bakışın sonucudur.

Kadın, erkek, genç, yaşlı, engelli, bebek….ne fark eder ki. Doğduğunda “ınga” diyenlerin tümü mutlu olsun. Birlikte mutlu olsun. Ayrı gayrı düşünülmeden…Kendimizin yarattığı sıkıntılı cinsiyet vurgusuna yine kendimizce “hak çözümleri” getirmeye çalışmadan yaşayabilmek yürekleri hafifletir. Yüreğiniz ağırsa bir de bu deneyin… Deneyin hafiflediğinizi göreceksiniz. Gözlerinizdeki perdeyi de indirin denerken tabii. Yargı perdesini, kendinizce yarattığınız perdeyi.

     ANLAMAYANLARA NOTLAR   Biliyorum. Kimsenin kimseyi duymayı beceremediğini biliyorum. Niye, bilmiyorum. Bilmek bile istemediğimden...