3 Haziran 2018 Pazar

SİNEMAM ÜZERİNE


Üretken her insanın yaratıcılık bağlamında çok da anlamadığım bir ifade ile “sıra dışılık” tanımı mı yine klavye başına oturtan şu “küçük” yazarı… Yani beni. Her neyi üretiyorsak ordan var olmamızın kaçınılmaz gerçekliği ile kimsenin çok da umurunda olmadığını çok iyi bildiğim satırlarımda, iki üç kelamımın kalıcı olduğu iki üç okuyan olursa daha ne isterim der diğer satırlara geçerim.

Senaryo yazarken hedefimi düşündüm gün boyu. Ya da kendimce karaladığım satırları yazarken… Aslında sadece yazarken... Ne fark eder. Yazarken var olduğumu düşündüğümden, neyi yazdığımdan çok bugünkü düşünsel mesaim “kime” yazdığımdı. Ey okurum sen kimsin, ya da senin “kim” olduğunu düşünmek istiyorum. Kimin için yazıyorum. Konuyu genişletmeden sinema ve senaryo paydası üzerinde yazsam daha iyi olacak.



 BENİM SEYİRCİM AZ BİRAZ AKIL OLMALI

Ortaya karışık aşk filmlerinin giriş kısmında senarist olarak adımın yazmasını asla ve asla istemediğime göre belki ortaya karışıktan daha derinde olan aşkın satırlarımda olacağı aşikâr. Yani az biraz akıl isteyen yürekli bir duruşu hak eden “sıra dışılık” gündemimde. Görünmeyen ateşleyici aklın verdiği hayat derinliği ile yola çıkan seyirci, kendisini elbette kuşku yumağında bulmalı çoğu satırlarda. Başarır mıyım? En azından denerim. Denemeden ne bilinir ki… Zaten denedim de. Hep denerim. İnsanı, kendimi, yazdıklarımı… Okuyanı…

Yazın alanına geri döndüğüm pek iyi oldu laf aramızda. Her okuyana mektup yazar gibi özel satırların içinde olduysanız ayrıcalıklı az biraz akıllı ha bir de tuhafsınız vesselam. Ben gibi.

Hayatın bütününde ilgiyle övgüyle ya da eleştiriyle esir alınamayacak kadar kendince duruşu net olan bir senarist elbette seyirciden de bu duruşu bekler. Sallanıp duran bir hayatın içinden çok da anlaşılamayacak bir bütünlük senaryolarımı sararken, her adımda “yav ne diyor yine “ düşünsel mesaisi pek şıktır. Bayılırım böyle ifade kullananlara yazılarımı okuyunca. Saçmalamış diyenlere de ayrıca bir saygım var elbette. Anlaşılmamak özgürlüktür sonuçta. Laf aramızda kalsın anlaşılmak niyetinde yaşasaydım hiç düşünmez doğrudan teori ezberler onu yazardım. Lakin hiç yok maalesef. Beklentisi teori olanlar, pratik duruşlu ve duruma göre kelimeleri doğrultan az biraz akıllı satırlardan uzaklaşsın.

Benim ürettiğim karakterler aslında çok bilindik lakin görünmedik. Araya kaynayıp sokaklarda öylesine yürüyen ama zamanın bir anında ortaya çıkıp her şeyin bir notası olduğu gibi hayatın da notasını değiştiren tipler. Bu karakterler yaşanmış, yaşanacak, yaşanan karakterler. Olay örgüsü tanıdık lakin anlatım bilinmedik olan senaryolarımda oyuncular pek zorlanacak der burayı da yönetmenin akışına bırakırım.

Ismarlama yazmam. Ismarlama üretim yaratıcılık barındırmadığından “ısmarlayan kendi yazsın bir zahmet” der burayı da geçerim.

Hayatı iyi okuyan ayrıntıları kuşkuyla gören az biraz akıllı insanların sayısı o kadar da çok değil. Öfke dolu bir insanın öfkesinin ardını görebilmek mühim. Gören yazar, yazılan izlenir… Öfke anlıksa anlık öfke patlamasını ardından öte düşünemeceğimizden bence anlamlı bir şey yazdım burada. Davranış bilimi okumak elbette önemli. Ben de okudum binlerce insan gibi. Mesele tam da burada, okuduğunu yaşama transfer… Hayatın bütününe mi öfkeli belli bir noktasına mı… Bu örnekte tam da 12 den vuruş bu cümle oldu…

Öfke ve aşk gibi duyguları bir kenara bırakıp ( zaten duygu yazmayı ve yaşamayı pek beceremeyen ve beceremediği için de sevmeyen acayip bir terazi burcu kadını olarak) düşünsel mesaime devam edesim geldi yine. Kelimelerle dans ettikçe mutluluğum tavandan zıplayan tabana yapışan cinsten nasıl olsa… Ah kafam…

Birkaç yıldır yapımcı görüşmelerimden anladığım şu ki asla ve asla dönem senaristi olamam. Zamanın ruhunu yakalamaktan öte zamanı kendimde durdurmak belki de tek derdim. Kendi bildiğim gibi zamanı durduran bir acayip kişi… Aman ne mutlu bana. En azından bunu başarabiliyorum.  

Yazdığım kadın filmi pek eğlenceli… Hemen kıs kıs gülmeyen kadınları oynatmıyorum, âşık ettirip salakça sokaklarda da gezdirmiyorum… Koca peşinde hiç koşturmuyorum. Senaristin içinden parça alan karakterlerim oldukça sarsılmaz tipler.  Duruşu olan kadınlar. Yazdıkça coşmuştum iki yıl önce. Hey gibi günler. Sarsılsa bile belli etmeden güçlü kadınlar bu kadınlar… İnşallah önümüzdeki yıl vizyonda olur diye umudum var. Hep umutluyum ki… Umut benim göbek adım gibi oldu yazdıkça. İzlemeyen, çekmeyen otursun kendi yazsın. Kadılar birbirini dürterek gidecek filmime. Şimdiden görebiliyorum. Çıkınca filmden şöyle bir kafa dikleşecek ve “ ben de yapabilirim” duruşu saracak yüreklerini… Severim böyle kadınları… Erkekler mi… Biraz kızabilirler şimdiden diyim. Lakin umurumda değil. Erkekleri ayırdığımdan değil, işlerine gelmediğini bildiğimden böyle yazdım kızmayın…

Nevrozdan psikoza adım adım giden bir karakterimin annesi ve karısı iki kadın olarak yanlışlarını oynarken izleyenler kendilerine “ yok canım ben böyle anne ya da eş değilim” diyecekler. Ama yürekleri başka konuşacak. Biliyorum çünkü insanı tanımak için yıllarım geçti. Gözlerim herkesi… Oynatırım gözlerim, hüzünletirim gözlerim, ağlarım gözlerim… Ben hep gözlerim… Görmüyormuş gibi bakarak gözlerim… Napıyım böyleyim…

Nietzsche'nin dediği gibi, insan akıllı olduğu kadar akıl dışı bir varlıktır. Akıl dışılık az biraz akıllı olmayı “ sıra dışılık” tanımıyla var olmayı çağırır der şimdilik hürmetler sunarım…

     ANLAMAYANLARA NOTLAR   Biliyorum. Kimsenin kimseyi duymayı beceremediğini biliyorum. Niye, bilmiyorum. Bilmek bile istemediğimden...