30 Haziran 2012 Cumartesi

Ağır Yürek






Bugünlerde iç huzursuzlukla birlikte dış etkilerle daha bir ağır olduk. Öyle bir hale geldik ki, artık yüreklerimiz yerinden kalkamayacak kadar kilo aldı. Hantallaştı, içimize sığmıyor.



Gencecik bedenlerin, yüreklerin daha yaşamın kendi rengiyle tanışamadan yitip gitmesi, neden gittiğinin ifade edilememesi, geriye bıraktıkları… Gölgemizden korkar halde yaşamaya çalışmamız… Ne oluyor bile diyemeden ayakta kalmaya çabalamamız…



Bir haller oldu yine. Gökyüzü yeryüzüne yaklaştığında yaşanan acı tabloyu hissederek ayakta kalmanın yorgunluğu mudur nedir? Birilerinin küçük oyuncular üzerinde yaptıkları büyük tezgahları bilerek ama “bilmeden” yaşamaya çalışmanın ağırlığı da ardında… Ağırız çok ağır.



Yüreklerin kendi hüznü bir tarafa bir de başka yüreklerin hüznünü yaşamaya çalışmanın ağırlığı bu. Bu öyle bir ağırlık ki, hiçbir şey yapamadan bakabilmenin bile ağır geldiği bir durum.



Kuşlar, böcekler, çiçekler derken belki de unuttuğumuz başka yaşamların ağırlığı çöktü yine. Hem de hepimizin üzerine. Hiç kalkmayacakmış gibi derinlerden… İtiyoruz gitmiyor, tıpkı kabus dolu rüyaların diş gıcırdattıran gerilimi gibi.



Ölüm acıdır, herkes için acı. Kimsenin ölümü kimseyi sevindirmez. Bunu bilirim. Ama bazı ölümlerin acısını bile anlatamayız. Nedensiz, gerekçesiz… Ne kendimize ne yakınlarına.



Ağır yürekler daha da ağırlaşırken bir de yaşamın kendi içindeki rutin ağırlıklar bazen çekilmez gibi geliyor insana. Ama, çekiliyor. Her başa gelen, her yaşanan, her yürek acısı çekiliyor.



Biraz üzülerek, biraz sevinerek, biraz ağırlaşarak, biraz hafifleyerek yine de yaşamak güzel. Ağır yüreklerle yaşamaya çalışmak yine de inatla ayakta kalabilmek güzel. Gencecik bedenlerin arkasından huzur duaları edebilmek güzel. Dua edebilmeye şükretmek daha da güzel.



Geriye kalan hüzünle birlikte acının getirdiği sıkıntı olsa da, daha da ağırlaşan yüreklerle hafiflemiş gibi çabalamak güzel. Her isimsiz kahramanın ardından dua ederek yaşayabilmek onların yüreklerine ölümden sonra bile konabilmenin tadını alabilmek güzel.

Reyhan Şengün Gazel

5 Haziran 2012 Salı

Göğe Çıkan yürek

Yeryüzüne hâkim bir tepeden, usulca göğe yükselen tüm yüreklerin içindeki derin acıları nasıl anlatabiliriz?

Yeryüzünü inceden süzerek kendisini yerçekimine karşı koyamadan üfleten, üflettiği anda da yok olmaya yüz tutan yürek, yeryüzünü kendi cennetine çevirirken ne de mutluydu kim bilir?

Mutlulukla yaşamı bir tutanlara küçük bir göz kırparak şimdi daha da mutluyum demesin de ne desin? En azından yeryüzünden uzakta. Geldiği yerde, gelmemek için direndiği, gelmeye istekli olduktan sonra da şaştığı yerde. Şaşarak alışmaya çalıştığı her mekânda. Biraz şaşkın, belki de üzgün, ama geldiği yeri bilerek… Yeryüzünü anlayarak geçirdiği anların tümünü, en derin noktadan hissederken, göğe çıkmamak ister mi? İstemez elbette. Mutluluğa hasret yeryüzünden çıkmak mutlu edecektir artık.

En azından yüreği özgürdür. Ayakları yeryüzüne bassa da.
Kuşlar gibi, küçücük ama rahat.
Her şeyin üzerinde ama en yakınında.
İstediği anda uçarken ayaklarının yerde olduğunu bilmek de güzel.
Bunu herkesin bilmesine gerek görmeden.
Nasılsa değişemeyeceklere ne dese yine her şey aynı. Niye desin ki?

Kendisini küçük bir kuşun kanatlarında hissedenlere dostluktu yazdıklarım.
Yalnızlığı paylaşan, kötü günü iyi yapan bir dostluk.

Daha ne olsun?

"Bazı kuşlar diğerlerinden daha yüksekten uçar." Friedrich Nietzsche

     ANLAMAYANLARA NOTLAR   Biliyorum. Kimsenin kimseyi duymayı beceremediğini biliyorum. Niye, bilmiyorum. Bilmek bile istemediğimden...