29 Kasım 2011 Salı




RAYİHA ÇIKTI....


Aslında tüm yaşamımız içerimiz ve dışarımız arasındaki derin ilişkiyle oluşmaz mı?


Kardelen gibi, karları, karların ortasında usulca açandır; sevgi… Daha ne olsun?


Sevgi dediğimiz şey, belki de yaşamı küçük bir kuşun gözleriyle görebilmenin hafifletilmiş tadını almaktır.



Öyle bir sevgi istiyorum ki, gökyüzünün tüm yıldızlarını selamlayacak, hepsini ellerime değil, yüreğime konduracak, yüreğime konan yıldızlarla için için dans ettirecek…



Böyle bir sevgi de, akıllardan önce yüreklerin konuştuğu bir sıcaklık, yüreklerden önce akılların konuştuğu bir ustalık…


Doğada gördüğümüz her şeyi yüreklere katacak bir derinlik, insanları en açık haliyle anlatacak bir akıl, kuşların yüreklerini düşünen bir bilinç…

Ne diyelim, otu bile gül gibi gösterecek bir bakış, geceyi gün ortası yapacak bir enerji, akşamları sabah yapacak başlangıç, her yanımı güzel insanlarla dolduracak bir hikmet yolculuğu…



REYHAN GAZEL

23 Kasım 2011 Çarşamba

ÇAĞDAŞ ENTÜİSYONİSTLER’




Herkesin her şeyi bilmesi bir tarafa, herkes her şeyi hisseder de oldu. Falcılar işsiz kalırsa şaşırmamak gerek. Herkesin eli yüreğinde hissedip duruyor, neyi mi? Yaşamı, kendisinin geleceğini, başkasının ne zaman terfi edeceğini…

Yaşamın içinde bir sezgiciliktir gidiyor son zamanlarda. Bilerek atılan adımların yerini, hissederek atılan adımlar almış. Bilmeden hissedilirmiş gibi. H.Bergson yaşasaydı ne derdi acaba?

Bergson, anlayış gücünün gerçeği kavramadaki yetersizliğini kendi düşünce düzeni içinde başka bir yetiyle gidermeye çalışmıştır. Onun "sezgi" adını verdiği bu yeti yapısı gereği kişinin iç evreniyle ilgilidir. Sezgi, içten olanı, özde bulunanı görme anlamındadır. Bilen kişinin en önemli özelliği de kendisinde sezgi denen yetinin bulunmasıdır. Akıl dışa dönüktür, sezgi ise içe yöneliktir. Aklın kavrayamadığı "süre"yi sezgiyle bilme olanağı vardır. Gazali de aklın ötesinde bir gücün bizleri doğruya ulaştırabileceğini anlatıyor.

Ben filozofların yalancısıyım. Onlar böyle diyor, biz onlardan öğrenip yaşama aktarıyoruz. Ama “çağdaş entüisyonistler” aktarmakla yetinmeyip, yaşama doğrudan ‘bilmeden’ katıyorlar. Yazık.

Herkesin her şeyi bildiğini düşündüğü günümüzde, her şeyin ‘sezilebildiği’ gündemi çok yeni aslında. En azından yaşamda etkinliği yeni. Değişimi onaylamanın belki de en büyük sıkıntısı. Değişiyoruz ama bazen istenmedik yönde… Bilgiden uzak kalarak, bilmeyerek, bilmediğimizi bilmeyerek, bilemeyerek, daha da vahimi bilmeye zaman vermeyerek… Yerine koyulan sezgi, kolaya kaçmanın ötesinde, çoğunlukla yanlışın da yerini sağlamlaştıran bir güç …

Bilgiyle dolu bir yaşamda sezgilerin kullanılması anlamlıdır; bilene… Bilginin yanına sezginin güç olarak getirilmesi önemlidir; düşünene… İçe dönerek kendi yüreğimizi de yaşama katabilmemiz gereklidir; anlayabilene…Sezgi yerindeyse, olmalıdır; hissedebilene…

Çağdaşlığın ölçütü, bilgiye ulaşabilmekle sınırlandırılırken, bir taraftan bilgiye sadece sezerek ulaşma arzusu pragmatik bir arzudur. Kolay yoldan kendimizi ifade etmenin arzusu. Uğraşmadan, yorulmadan, bilmeden… Sezgilere çevrede inanç varsa tehlikeli de olur. Bilgiye ulaşabilmenin hazzını uzat tutma ihtimaline karşı bir tehlike üstelik. Gelişebilmenin önündeki en büyük tehlike…

Bilgiye ulaşmada yetersiz olanların sezgiye yönelmesi bana bunları yazdırttı, sadece sezgi ile yaşamaya ve var olmaya çalışanların çokluğu beni kızdırdı, gelecek nesillere bilgiden uzak sadece sezilenlerin bırakılma ihtimali beni gerdi… Çağdaş sezgiciler arttıkça da devam edecek.

Bilgilerini sezgiyle süsleyenlere küçük bir hediye… Boşlukları doldurmak da size ödev…

Reyhan Gazel

15 Kasım 2011 Salı

Hasretlik







Küçük bir kâşifin dünyayı aramasını
Göklerdeki kuşun büyük solumasını
Yerdeki taşın kendini bilerek yaşamasını
Bir böceğin daha büyük böceği görünce kaçmasını
Bekledim.

Yerin altındaki suyun, yere çıkmadan önceki sessizliğini anlatırken zorlanmak gibi
Çimenlerin üzerinde debelenen atların, başını yukarıya kaldırırken rahatlaması gibi
Bir bebeğin doğar doğmaz, ağlamaktan öte bağırmasını izleyenlerin mutluluğu gibi
Küçük bir kuşun, yiyecek gördüğünde hemen konmasının ardından ansızın kaçması gibi
Bekledim.

Irmakları
Gülleri
Yürekleri
İnsanları
Bekledim.

Beklemekten yorulmadım
Ağlamaktan bıkmadım
Koşmaktan sıkılmadım
Yürümekten vazgeçmedim
Bekledim.

Bekleme dediler, bekledim
Gelme dediler, geldim
Gitme dediler, gittim
Durma dediler, durdum
Yine bekledim.

Neyi?
Belki de beklemeyi.
Güzel günleri
Gülümseyen yüzleri
Huzuru
Sevinci
Mutluluğu
Yüreği
İnsanı.


Reyhan Gazel

9 Kasım 2011 Çarşamba

Öykümde Acı Var!





Öykülerinde acı olanları düşlerim hep. Bu düş bazen, içinin gözyaşı olduğu bir öykü üzerine kurulurken bazen de gülümsetir. Acının ötesinden gelen beklenmeyen durumların güzelliği gülümsetir çoğunlukla. Arada bir de, insanı yaşamın içinde daha sıkı var eden direnç getirisi.

Yaşamı, yaşamın içinde kavrayabilmek her zaman hepimiz için kolay olmaz. Bu yüzden her daraldığımızda kendimizi gökyüzünün derinliğine bırakmak, o derinlikte yok olmadan gökyüzünde yaşıyormuş hissini yüreğimize yaşatmak gerekir.

Kendisini gökyüzünde, derinlikler içinde bulan yürek hafifletir yaşama ilişkin yargıları.

Gökyüzünden bakılan pencerede geniş düzlüklerin yanında engebeli boşluklar da daha iyi görünür.

Gökyüzünden yaşama derin bakışta her şey o kadar küçülür ki… Yürek o kadar hafifler ki… O zaman yeryüzü, gerçek duruşuna geçerek yaşama ilişkin sıkı, sağlam duruşu yürekte bulur öncelikle.

Öyküsünde acı olanların kendisini hep yeryüzüne sıkıştırmasını anlayamam bu nedenle. Oysaki gökyüzü tüm acıların yok olduğu, boşlukların doldurulduğu, güzelliklerin daha net göründüğü bulutları yüreğe yerleştirir.

Öykülerinde acı bulduklarım hep serinletir aslında.

Yaşamın kızgın çöllerinde gezinmeyi alışkanlık edindiğimizden mi ne?

Bir insanın acısını hafifletmek için gökyüzünün serinleten etkisinden yararlanmak ne güzeldir.

Kitabın başlığına bakıp yazılarımda acı arayanlara, “gökyüzünü” daha ilk satırlarda hatırlatmak da serinletici etkinin varlığının baştan kabulü olmaz mı?

Bu kitapta öykü var. Acıların öyküsü… Acılıların öyküleri… Acı çekenlerin yürekleri…
Acılı insanlar… Acıdan kurtulmaya çalışanların yaşamı tutuşları… Tutuş şekilleri… Yaşam var.

Bana bu kitabı yaşam yazdırttı. Acılarımla baş başa yaşarken kurtulma çabalarım, acılardan kurtulmaya çalışırken girdiğim derinlikler, acılardan çıkarken karşılaştığım insanlar, olaylar, durumlar…

Bu yüzden acı olan her şey bana çok yakın. Aynı yaşamın yakınımda olması gibi. Çünkü yaşamın içindeyim. Acı olmayan bir yaşamı hiç görmediğimden herkesin acısı benim acım gibi. Kurtulma isteği de benim düşünsel mesaim… Nedenini söylesem ne dersiniz bilmem ama.

Sanki yaşama amacım. Acılar ve kurtuluş öyküleri… Acıdan kaçış öyküleri, acıyla yaşamaya alışma öyküleri… Kısaca dram içinde ayakta kalma mücadelesi.

Bu duruşum beni yorsa da tüm yorgunlara ithaf etme isteğim beni dinlendiriyor.
Reyhan Gazel

4 Kasım 2011 Cuma

Ressamın Hüznü






Duvarlar eskimiş, taşlar geçmişin ağırlığında, binalar ha çöktü ha çökecek, durgun gökyüzü… Üzerine sinen yorgun yılların izini istemese de taşıyor. Taa derinlerden bir ses, belli belirsiz, sadece mırıltı, ne dendiği anlaşılsa belki duvarlar biraz yenilenecek ama… Gökyüzü açsam mı açmasam mı diyor sessizce tam bir bekleyiş. Ne beklediği hiç bilinmeyen… Kimsenin beklediği de yokmuş gibi gökyüzünü. Uzaklardan bir ses biraz daha anlaşılır geliyor galiba yaprak kıpırdadı. Rüzgârın etkisi olsa gerek. Ama o rüzgâr sadece yaprağı kıpırdatıyor, gökyüzü hala durgun…

Karşıda Ayşe Teyzenin kapısı açılıyor yavaşça. Çıkan Kezban Teyze. Bir şeyler konuşuyorlar yine belli belirsiz, duyulmuyor. Bakkalın önünde emekliye ayrılalı uzun zaman olduğu belli üç yaşlıca adam da konuşuyor aynı anda. Bir de duysak ne konuştuklarını… Ama tahmin edebiliriz; hükümet kurup, bakan atıyor olabilirler. Ya da belediye seçimleri… Çocuklar her yerde aynı; cıvıl cıvıl. Onlar da olmasa yaşam çok uzakta denecek. Ama yaşamın tam ortasındayız çocukların sesleriyle. Neye güldüklerini, koştuklarını bilmemiz, anlamamız mümkün değil. Bizden çok uzak konuşmalar.

Çocuk parkına doğru bir bakalım hazır çocukları düşünmüşken. İşte yaşam burada derken kenarda bir ressamı görüyoruz. Ne çiziyor ki! Çocuk parkının nesi çizilebilir, sadece yaşanır. Ama ressamımız çok ciddi çiziyor. Yüzüne eğilip bakmaya çalışıyoruz. O kadar kapanmış ki göremiyoruz. Bir ara yüzü sanki bize doğru döner gibi oluyor; ağlıyor… Göz bebeklerinin içine hapsettiği yaşları gizleyemiyor. İlginç. Yaşamın olduğu tek yerde ağlayan bir ressam var.

Bu nasıl bir mahalle? Birden sıradanlaşan mahalleye “çocuk parkında ağlayan ressamdan sonra” farklı bir gözle bakıyoruz. Yanına gidip sorsak ne der ki. Belki konuşmaz, kızar, susar… En fazla ne yapabilir ki. Yanına gittiğimizde soruyoruz meraklıca “ Neden ağlıyorsun? “ “……. “ Tekrar denemek gerek: “ Neden ağlıyorsun? “ “… “ Konuşmayacak belli ki. Neyse ki dövmedi diye sevinmiyor değiliz. Çaktırmadan baktığımızda ressamın resmini bitirmek üzere olduğunu görüyoruz.. Resminde güzel güzel çocuklar parkın tadını çıkartıyor, koşuyor, gülüyor, çok mutlular… Ama altında kocaman bir başlık dikkatimizi hemen çekiyor.
“ HÜZÜN “

Bu ressam galiba akıl hastası diye düşünüyoruz kolayca. Düşündüğümüz doğruymuş gibi aklımızdan cümle de kuruyoruz. “Hastaneden kaçmış ve çocuk parkında ağlayarak, gülen çocukların resmini yapıyor” Soruyoruz çevredeki insanlara: “Tanıyor musunuz ?“
“Hayır, bugün ilk defa gördük“ Tekrar yanına gidip bir hamle soruyoruz “Neden ağlıyorsun?“ “Neden çocuk parkını resmettiğin tabloya hüzün başlığını atıyorsun ?“ “………………” Mücadeleye devam yılmak yok öğreneceğiz “Neden gülen çocukları resmettin ve adına hüzün dedin ?“ “……..”
Peki son bir hamle “Çocuk parkında gülen, oynayan çocuklar neden seni hüzünlendiriyor“ “………”

Yıldık diyelim. Belli ki ressam konuşmayacak sadece çizecek. Ağlayarak. Ama hüzün gördüğü tabloda çocukları da güldürerek kendi elleriyle… Uzaklaşıyoruz yanından.

Her çocuğun mutlu olduğu çocuk parklarında özgürlüğünü yaşayamayan engelli çocukların aileleri adına
Reyhan Gazel

1 Kasım 2011 Salı

KIZGINLIĞA KIZANLAR…







Savrulup giden yılların sızısı ne kadar büyükse, yürek o kadar ağırlaşır. Yüreği ağırlaştıran sızıların baş tacı olan kızgınlıklar, sevgiyi yaşayamayan yüreklerde bulunduğundan yaşamda oldukça sık karşımıza çıkar. Çoğu insanın sevgiyi yaşayamadığını bildiğimden…

Sevgisiz yaşanan yaşamın insanı kızdırdığını, kızgınlığın da kızgınlığı getirdiğini bilmek rahatlatmaz. Kızgınlığın kendi kendine, sevgisiz ortamlarda yetiştiğini bildiğimden…

Kızgınlığın insana ait temel duygulardan birisi olduğunu bilebilmek bile rahatlatmıyor. Her an, her durumda, her yerde karşımıza çıktığını gördüğümden… Beklenmedik anlarda, ansızın… Sevgisiz yaşayan tüm yüreklerde…

Sevgiden kopmuş insanlara hep acırım. Yaşama tüm güzellikleriyle birlikte bakamadıklarından… Kızgınlığın bile yaşamın içinde kızgınlıkla cevap verilemeyecek kadar anlamlı olabileceğini anlayabildiğimden…

Kızgınlığın yürekleri birbirlerinden uzaklaştırması, yaşamın içinde en sık rastlanan durumdur, söylenenlere inat. Oysaki yaşamda kızgınlık yerindeyse ve sevgi ile karşılığını buluyorsa, yaşamı daha da güzelleştirmez mi? Bize kızana gül uzatmak çok mu zor?

Kızarız, kızana… Her kızan gerçekten kızıyormuş gibi… İnsana sevgisizliği veriyormuş gibi… Sevgiyle yeşeren yüreklerde yaşanmayacağını bilerek, rahatım…

Bir gül kadar kıymeti olmayan yüreklerin, güle gösterilen özen kadar değerli görülmemesi kızdırır, bilirim. Ama kızdırana kızmayı anlayamam. Kızanların bazen iyi duygular içinde olduğunu düşündüğümden… Kızanlara gülümsemenin değerini yaşamın içinde gördüğümden… Kızanları utandırdığını yaşadığımdan…

Sevginin olmadığı her yerde kızanların da, kızana kızanların da, bulunabileceğini bilmek huzur verir. Her kızana kızmamanın büyüklüğünü de aynı zamanda.

Yaşamın içinde her şeyin birbiriyle örtüşen anlamları olduğunu düşünmek rahatlatır. Yaşama bakışı, mutluluğa kavuşmayı… Tüm güzellikleri getirdiğini gördüğümden…

Kızgınlığa kızanlara küçük bir hediye… Her kızana kızmamak gerektiğini hatırlatarak… Gerisi size kalmış…

Reyhan Gazel

     ANLAMAYANLARA NOTLAR   Biliyorum. Kimsenin kimseyi duymayı beceremediğini biliyorum. Niye, bilmiyorum. Bilmek bile istemediğimden...