28 Aralık 2010 Salı

YAŞAYACAKSIN YAVRUM

Serçev Yönetim Kurulu Üyesi olan ve aynı zamanda benimde tanıdığım Mehmet GÜRKAN'ın 'Engelli Çocuk Sahibi Özel Babalardan Özel Çocuklarına Mektuplar ANLAT BABA' isimli kitapta da yer alan Yaşayacaksın Yavrum isimli hikayesini sizlerle paylaşıyorum.

YAŞAYACAKSIN YAVRUM


Özel Hastanede, özel imkânlar içinde yapılan doğum uzadıkça uzamış içime bir hüzün çökmüştü. Apar topar çağırdıklarında sen başka renkler içindeydin. Kucağıma verip acilen çocuk hastanesine yetiştirmemi istediler. Anlayamadım. Bir Hastane neden başka bir Hastaneye gönderiyordu. Bir taraftan da senin sağlıklı doğduğuna dair evrak imzalatmaya çalışıyorlardı. Çocuk Hastanesine vardığımızda, doktorlar sakin olmam gerektiğini, yaşama şansının %50 olduğunu ve yaşarsan da engelli olarak hayatına devam edeceğini söylediler. Yaşama şansın %50 imiş. Bense seni yaşatmak istiyordum. Duvarlar değişmeye başlamıştı, bazen mahkeme, bazen hapishane duvarı. Ben dolaşıyorum. Peşimden apartman komşularımız hep birlikte dolaşıyoruz. Annen diğer hastanede kaldı.

Yavaş yavaş değişimler geçirmeye başladık. En yakınlarımız gitti. Başka yakınlarımız oldu. En iyi aile dostlarımız, doktorlar oldu. Tuğrul Amcan, Sinan amcan, Şükrü amcan. Zaman zaman soruyorlar. Entel arkadaşlarımız soruyor. Hiç yardım aldın mı? Bu hiç psikiyatra gittin mi demenin kibarcası. Biz de diyemiyoruz yardım almanın seansı 400 ytl. Hayatımız hastanelerde geçerken, bazıları da sormaz mı, hiç doktora götürdünüz mü? Biliyor musun engelini hiç yadırgamadık. Yıllardır annenle ortopedik engellilerle, koruma altındaki çocuklarla tiyatro çalışıyor, görme engelliler için ‘’Konuşan Kitaplar Bölümünü’’ kuruyorduk. Hatta çalıştığımız engelliler senin de engelli doğduğunu duyunca şaşkınlıklarını gizleyememişlerdi.

İzmir’de, tedavinin yeterli olamayacağına inanarak evimizi kiraya verip, Ankara’ya geldik. Yeni bir çevre- uyum, Rehabilitasyon Merkezleri araştırmaları, iş yerimize alışma, kendimizi yeniden kabul ettirebilme.

Serebral Palsili Çocukların tedavisi çok pahalı ve ömür boyu sürüyor. Terapinin dakikası 1 liraydı. Devlet, bizim maaşımıza %10 zam yaparken, Rehabilitasyon Merkezi senin aylık tedavi ücretine %70 zam yaptığında, Cumhurbaşkanlığı Konutuna doğru ağlayarak yürüdüğümü hatırlıyorum. Güçlü olmamız gerekiyordu. O gücü sen verdin yavrum bize.

Annen, bütün mesleki kariyerini bırakıp, ‘’ben hayatı donduruyorum, eksik bıraktıklarımı sonra yaşayacağım’’, diyerek bütün hayatını sana adadı.

Kimi anneler hayatı dondururken, kimi babalar yaşamayı seçti. Bilmiyorum Avrupa’da da böyle mi? Nedense bütün zorlukları annelerimiz çekiyor. Babalar ‘’Bunalımdayım’’, deyip genç bir anneyle yaşamını sürdürürken, bütün cefayı annelerimiz çekiyor yavrum. Elleri öpülesi o anneleri hep sev olur mu? Veysel’in annesi o kadar yoruldu ki; aramızdan melek olup uçtu gitti. Belki kendi kararı, belki sorunlarıyla. Engeller maddi-manevi destek isterler, fedakârlıklar isterler. Annenle ikimiz 10 yıl ayrı yataklarda yattık. Senin annene ihtiyacın vardı. Sinem Teyzen yaşamını sizlere adarken, Seher Teyzen mesleğini bile yapamıyor. Umut’umuzun annesi aishley tedavisinde ısrarlı. Kürşat’ın annesi, Kaan’ın annesi, Alpay’ın annesi, Tolga’nın annesi, binlerce annelerden birkaç tanesi. Biz senin engelini de sevdik yavrum.

Spastik kelimesi ile ülkemizi tanıştıran, akraba evliliğine karşı kibarca tavrını koyan sizler için büyük yatırımlar yapan Sabancı Amcanı hiç unutma olur mu? Engeli nedeniyle, çocuğunu bırakıp kaçanlar, alkol gibi sorunlarda çözüm arayanlar, engeli kabul edemeyenler, engelli çocuklarını başka ülkelere kaçıranlar, evlere kapatanlar yalnız köylerde değil yavrum, şehirlerde iş adamları, sanatçılar, bilim adamları da aynı şeyi yapıyorlar. Suç onların değil hepimizin yavrum. Engellilerle ilgili çok güzel yasalar çıktı. Ama her şey yasa ile olmuyor. Hep birlikte düzelteceğiz yavrum.

Seni bir kere bile aramayan doktorun ve hastane yetkililerini affet olur mu?

Kaan’ın babası çocuğunun engeli ortadan kalkacak diye arabasını sattı, arsasını sattı. Paralar bitti, tedaviler bitmedi. Murat engelli hali ile geceleri kâğıt toplamaya devam ediyor. Konuşamayan, yürüyemeyen Yüzüncü Yıl Pazarında akülü arabasıyla eşyalar taşıyan bizim çocuğumuz. Eylül tedavi için geldiği Ankara’da babasından uzak 10 yıl geçirdi. Eylül belki de babasından uzak kalmanın normal olduğunu sanıyordur. Furkan özürsüz olarak okula gelmediği için okuldan kendisine mektup gönderildi. Okullar da Kaynaştırma Eğitimini sağlayamadık. Bireysel Eğitim Programı, Destek Eğitim Programlarını hayata geçiremedik. Yetkililer onur duyarak anlatıyorlar. Bu yıl öğretmenlerimiz 10 gün- 20 gün engelliler konusunda eğitim gördü diye. Biz yıllardır içindeyiz çözemedik de, öğretmenlerimiz 10 günde 20 günde mi çözecek? Sınıflarımız kalabalık. Destek Öğretmen veya ikinci bir öğretmen yardımı olmadan engelli bir öğrencinin eğitimi zor. Servis araçları, merdivenler, tuvaletler bile eğitiminize destek olmuyor. İnanıyorum. Sizden kaçan öğretmenleriniz de, sizleri okula almamak için direnen müdürler de bir gün geriye dönecekler. Hatırlar mısın? Kaç okul gezmiştik seni okula yazdırabilmek için? UNICEF ülkemizde ‘’Haydi Kızlar Okula’’ Kampanyasını başlatırken kendilerine ‘’Haydi Engelliler Okula’’ Kampanyası da yapalım dediğimde bana şöyle demişlerdi. ‘’Türkiye de engellilerin sorunu mu var? Eskiye göre engellilerimiz altın çağını yaşıyor ama yetmiyor. Hangi hizmetleri alabilecekleri, haklarının neler olduğunu bilmiyorlar. Biz senin engelinle, 24 saatimizi seninle geçirirken bile çok uzun yollar alamadığımız zamanlar oldu. Kimsesiz engellilerimiz ne yapmaktadırlar? Gökhan 14. ameliyatına girerken annesi hep onun peşinde ilaçlarını verebilmek için. Gökhan’a ilaçlarını içirdiğinde kanser tedavisi gören kendi bedenini bile unutuyor. Yeter ki Gökhan ilaçlarını içsin. Gökhan kendi Serebral Palsiliği yetmiyormuş gibi başkasının böbreği ile hayatını devam ettiriyor. Esin henüz 11. ameliyatında. Engelli çocuklarından gelir kazanmak isteyen de, onlardan pirim yapmak isteyenler de bizim insanımız. Birilerinin hobi bahçeleri olmamanız için nefesim olduğu sürece mücadele edeceğim. Akülü sandalye vermek istediğimiz bir çocuğumuzun babası sandalyeyi kabul etmediğini paraya ihtiyacı olduğunu söylemişti. Yetenekleriniz ölçüsünde sizleri işe yerleştirdiğimizde çok mutlu olacağız.

Tatilde, yabancı bir çocuk dilini ve engelini bilemediği için seni dövmeye kalkmış, sen de ne olduğunu anlamadan hiç karşılık bile vermemiştin. Sen dövüşmeyi bilmiyordun. Hiç bilme olur mu? Hep öyle kal.

Engellilerin eğitim ve tedavi sorununu çözemedik yavrum. Hatırlar mısın? Bir merkez giyinmeyi öğreteceğim diye soğuk ve karlı havada seni çırılçıplak soymuş bağırmaların sonucu yetişip seni ellerinden almıştım. Birkaç iyi niyetli bürokratımızla, politikacımızla devam ediyoruz. Hep birlikte, top yekin eğitime ihtiyacımız var. Sizlerin eğitiminde sanatın, müziğin, sosyal faaliyetlerin çok önemli olduğunu anlatamadık. Bu yazdıklarımı anlayabilir misin? Bilmiyorum. Bir görme engelli seni görmeyebilir. Unutma ki o görme engelli, babanın ve annenin uzun çalışmalar sonucu katkılar verdiği ‘’Konuşan kitaplar’’, şimdiki adı ile Sesli Kitaplarla destek eğitimi almışlardır. Bütün anne babalar olarak kaygımız, biz öldükten sonra sizlerin ne olacağı. Hani söylemişlerdi yavrum %50 yaşar diye. Seni ve engellileri yaşatacağız yavrum. O sevgi bizde var, toplumumuzda var. Yeter ki ortaya çıkarabilelim. İyi ki varsın yavrum. İyi ki varsınız…


Yazan: Mehmet GÜRKAN

25 Aralık 2010 Cumartesi

SADECE YÜREĞİ GÖRENLER

Sadece yüreği görenlere acırız, acımasına da neden acıdığımızı hiç düşünmeden… Bir insan başka bir insana neden acır? Diye düşünemeden… Birisine acımak kendimizi mi yüceltir? Bilemeden…

Kendimizi yüceltmek için onca başarı örnekleri varken eksikleri olanlara acıyarak yaşamaya çalışmak, yüceldiğini düşünmek… Ne ola ki?

Birisine acıyanlar farkında olarak ya da olmayarak kendisini bir üst sınıfa! koyar. Kendi elleriyle kendisini üste taşır. Kendini taşıdığı üstte gerçekten üstte olduğunu düşünerek yaşamaya çalışması da bundandır. Vah ki ne vah!

Kendisini kendisi olarak değil, başkalarının eksik uzuvlarıyla bir üste yerleştirenlere oldum olası kızarım. Bu kızgınlık geçecek gibi de değil. Allah’ın verdiği eksikliği yine Allah’ın verdiği eksik olmayan yaşamla yer değiştirme isteği, yani, sadece verilenle gerçekleşen yer değişikliği beni kızdırtır. Verilene müdahale olamayacağını bilmeden yapılır bu iş. Bildiğinin düşünülmesi için çıldırtır adeta beni.

Sadece yüreğinin gördüğüyle yaşamaya çalışanlar ne büyük bir lütuftadır bu böyle biline… Azap değil lütuftur anlayana… Acımak, onun yerine üste tırmanmaya çalışmak ne kabalıktır düşünebilene…

Kendini “kendi” olarak tanımayanların işidir bu garip iş. Bu garip işin hiçbir yerde izi de yoktur aslında. İzi bulabilsem emin olun özür de dilerim vakit geçmeden. Ama yok…

Hep yüreği ile görenler bilir yüreğin asıl konumunu. Derdi yürek olduğundan zorlanmaz da. Asıl olanın verilenlerle isyan etmeden yaşamaya çalışmanın verdiği hazzı göremeyenlere bu sözüm. Bunu bilemeden, anlayamadan, eksiklikleri kendine galip durum olarak düşünüp, üste çıkmaya çalışanlardır bu insanlar. Çıktıklarını düşünerek yaşayanlardır tüm bunu yapanlar…

Sadece yüreği görenle, sadece yüreği görmeyen arasındaki yaratılış farkını bilmeyenlere ne desek az. Birine mükâfat ötekine zulüm de değildir aslında. Sadece sabır ve güç sınavıdır. Tıpkı efor testi gibi geçebilen ayakta kalır. Geçemeyen öyle yaşamaya devam eder. Yaralı, yaralı… Ağır aksak…

Sadece yüreği ile görenler o kadar çok şey bilir ki, anlayabilene… Derinlerden inceden bir gözdür yürek onlar için. Dokunur ama dokunduğu ile kalmaz, yaşar… Sadece yaşayarak değil, hissederek, yüreklerin içine konarak… Daha ne deyim ki?

Yürekten yüreğe akışların en çarpıcı örneklerinin yaşandığı sadece yüreği ile görenlere küçük bir selam ileteceğim izninizle. Koca koca yüreklere ulaşabildiğim kadar.


Reyhan Gazel

16 Aralık 2010 Perşembe

Bence Anlamlı

Gökyüzünü düşünürken bir anda yeryüzünde helak olduk. Savrulduk, yılmadık, yine savrulduk, zaten yılamayız da.

Yıldığımızda elimizden kim tutar demeden ayakta kalmaya çalışmanın zorluğunu yaşadık.

Bu ne zordur bilir misiniz?

Gökyüzünü beklerken telaşa düştük. Yorulduk, yılmadık, yine yorulduk, zaten yılamayız da.

Yorulduğumuzda kim elimizden tutar bile diyemedik. Kimse yoksa el de yok, biliriz.

Bu ne zordur bilir misiniz?

Gökyüzünü düşlerken gökyüzünü göremez hale geldik. Yıkıldık, yılmadık, yine yıkıldık, zaten yılamayız da.

Yıkıldığımızda kimse kaldırmadı. Kaldıracak kimse olmaz, biliriz.

Bu ne zordur bilir misiniz?

Gökyüzünü istedik bir anda gökyüzü kayboldu. Sarsıldık, yine yılmadık, yine sarsıldık, zaten yılamayız da.

Sarsıldığımızda sıcak bir gülüş aradık. Kimse yoktu, olmasını istedik.

Bu ne zordur bilir misiniz?

Gökyüzünü beklemeyi bıraktık, istemeyi, düşlemeyi, beklemeyi… Her şeyi.

Çünkü bizim adımıza birileri düşlüyor, gözlüyor, bekliyor, istiyor… Bununla yetindik.

Arada birkaç iyi insanı bulduk, belki de aramayı unuttuğunuzdan birilerini kaçırdık. Biz bu yorgunlukla yaşarken hüzünlendik, üzüldük, dualarla ayakta kaldık. Tek dostumuz, tek çaremiz Allah’a sığındık. Bu sefer bulduk. Yıkılmayı durdurduk, düşlerimize geri döndük.


Aral Gazel adına annesi olarak yazdık.

Aral kim derseniz; Allah’ın bize en güzel emanetlerinden…

Tıpkı; Samet, Güz, Furkan, Tolga, Ecem, Ceyda, Ahmet, Ali, Ayşe… Sedat, Hasan, Asiye, Fatma, Harun, Mesut, Ayça, Tuğba, Hüsna, Metin, Kader, İrem, Sevda, Mahmut, Beril, Güliz, Betül, Hande, Yasemin, Selim,………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………Gürbüz, Hale, Yalçın, Damla, Büşra, Kemal, ……………………………………………………………..Çoşkun, Hüseyin,………………. Şeyma……………………………………………………………………


Reyhan Gazel

12 Aralık 2010 Pazar

Sevgi töreni

Bir an gelir yürek sesi bile duyulmaz olur. Kulakların duymaması bir tarafa, yürek, ‘yürek’ olduğunu unutur.

Törensel bir düzenekle kendinden çıkan yürek, kendisini bilemeden yaşamaya başlar. Bunu başaran, yürek dışında insana hükmeden bir yapının varlığını anlatır. Beyin, zekâ, akıl… Üçlemesi. Bu üçleme iş başına geçtiğinde olur olanlar. Yüreğe inat yaşananlar, yürekten sevgiyi söküp atarken, sevginin yerine hiç konmaması gereken üçlemeyi koyar.

Tören başlamıştır artık. Hep birlikte aynı şekilde, aynı çizgide, aynı işleyişte… Yaşandığı gibi, bilindiği gibi, istendiği gibi, kabul gördüğü gibi… Gibi, gibi…

Törensel düzenekte yaşanan sevgilerin sıklığı, üçlemenin gücünü anlatıyor gibi görünse de, aslında güçten öte, güçsüzlüğü çağrıştırır. Yürek karşısında işe yaramayacak kadar üstelik. Nasıl yarasın ki?

Gardını alarak bir başına sessizce kenarda tutulan yüreğe ne yapabilir üçleme? Sadece törenden öte… Tören bitince herkes kendi evinde, yüreğiyle baş başa kaldığında üçleme, dörtleme olsa kaç yazar? Üçlemenin hükmü, tören bitimine kadardır.

Yaşantıların içine girdikçe, törensel sevgilerin sıklığını ve istenirliğini gördükçe, sevginin yürekten olmadığı anların, birkaç tören boyu kadar hüküm sürebildiğini bilememek zor olsa gerek. Görülmediğine göre…

Bedeni eline alan üçleme, basit gibi görünen yürekten çıkan küçük bir bakışla devreye girerken, üçleme biter, gider… Nereye? Bize ne?

Yüreklerin sevgiye sahip çıkan kararlılığı, sessiz ve inceden bir çığlığa dönüşürken, üçleme olsa kaç yazar? Tören nasıl olsa bitecektir, hiç bitmeyen tören var mı ki?

Törensel bir düzenekle yaşamaya alışanların, bir gün gelip yüreklerine teslim olduklarında söyleyecek küçük de olsa bir sözün olmayışı da bundandır. Nasıl olsun ki?

Üçlemeyle başlayan sevgilerin sıradanlığı, sıklığıyla paralel gittiğinden, yürek öyle durumlarda ‘yürek’ olduğunu unutmasın da ne yapsın? Unutmasa, üzülecek, gerek var mı, şu kısa yaşamda? Bundan da bize ne? Bize ne mi? Evet bize ne?

Herkes kendi yaşamını yaşar, istediği gibi hem de. Üçleme, dörtleme, beşleme, altılama… Yüzbinmilyonlama… Balıklama… Hop diye. Bazen doğrudan direkleme… bize ne?

Doğruları bilene ne? Yüreklerini unutanların törenlerinden bize ne? Ama sıklıkla karşımıza çıktığından, bazen bize ne denmez. Her yerde, her an…

Birbirini seviyormuş gibi yapanlar, yaptığını sananlar, yapsa da beceremeyenler, ne yaparsa yapsın sevemeyenler… Üçleme, dörtleme, beşleme, balıklama… Canınız kaçlama istiyorsa… Törensiz yaşayamayanlar, törenlerde varlıklarını bulanlar, yüreklerini unutanlar… Tümünden bize ne? Gerçek sevgiyi bilenlere ne?

Gerçek sevginin yüreklerdeki ağırlığını ve gücünü bilenler, mutludur, her an mutludur. Tören olsun olmasın hem de. Yürekler törende olduğundan belki de.

Sayıyoruz; en çok üçleme yapanlar bir adım öne, yalan yok ama en az yapanlar yerinde… Aradakiler canı nereye isterse… Şimdi en öndekiler bir adım sağa, marş marş… Aradakiler ister sağa ister sola, geride kalanlar, yerinde kalmaya devam etsin. Tekrar en öndekiler sağdan devam etsin, gidebildikleri kadar. Aradakiler aynen ne yaparsa yapmaya devam etsin, geridekiler yine yerinde…

Geriye kalan bizdendir. Aradakilerden kalan sağlar da bizimdir. Vermeyiz.


Reyhan Gazel

     ANLAMAYANLARA NOTLAR   Biliyorum. Kimsenin kimseyi duymayı beceremediğini biliyorum. Niye, bilmiyorum. Bilmek bile istemediğimden...