26 Mayıs 2013 Pazar

YAZILARDAN KISA KISA...


Yürek nedir?


 
Bu sorunun cevabını herkes “kendi yüreğini” düşünerek verebileceği en güzel cevapla verir. İnsanız işte!



Kimse “kendi”sini kirli düşünmez, her yaptığının hesabını varlık anlayışı ile şeytanın da verdiği çılgın akıllarla verir. Katiller bile savunma yapabildiğine göre…

 

Sağ gösterip sol vuran yumruklar gibidir bazen sözlerim… İçeriğinde “kendi” yürek anlayışımla birlikte pek hoş durur kelimeler. “Ak”la giren anlam, katillerden çıkar. Var mı itirazı olan?


---------------------




Belki bir çocuk çığlığının duyulmaz olduğu an, belki bir delikanlının sessizce beklediği, belki de gülümseyen bir yüreğin sessizliği… İner derinlere bilinmeyen görünmeze… Yüreğin sessiz gülümsemesi nerede “dur”duğunu anlatsa da bu sessizlik çığlığının duyulmadığı da bilinebilir.
 
 
--------------
 
Bol metafor olan yazıları okumak kolaydır da okuyan yazarın vurgusunun bütünleştirdiği anlamı çözmüşse… Bu yazı da bol metaforun değil derin anlamdaki metaforun/ların kullanıldığı bir yazı olarak tarihe geçmese de yüreklere kazınır belki bir gün…
----------------------


Kim hangi “kapı”yı biliyorsa “hep”  öyle yaşar; anlarım. Tüm mesele başka paradigmalardaki “kapı” yı anlatmaktan öte bir mesele… Hakikati bilip bilmemek… Değerlerini kendi bildiği gibi yaşayanların başka değerlere olan bilmezliğidir bizi hakikat “kapı”sında “dur”akta bekleten; ilerlerken…

 
-------------------------

“Hiç” i bilerek  “can”a ulaşmanın derin insani kaygısıdır bizi dillendiren yine, yeni…

 

Tam da bu nedenle “can” ı alanları anlayamam. Eee siz anlıyor musunuz?

 

Bir “can” ı parçalayarak almayı anlayabiliyor musunuz? Eee cevap?

 

Kimsin ki!

-----------------


Biz” bildik ki “insan can”dır. İçinde yürek taşır. Yürekte “kendi”ni… Herkesin “kendi” vardır. Bilmeyenler “kendi”nin içindeki “hiç” i parçaladı.
 
 
 


----------------------------

“En” çabası bizi derinlere götüren bir çaba olarak yürekteki “boş”lukları doldururken, “en” çabalı eylemlerin doğru olmaya da bileceği savını unutmamız an meselesi olarak yürek tarihindeki yerini alır. Bu tarih, insanın kendi tarihinden öte bir tarih olmaya da bilir, yine biliriz ki insanların tarihi toplumların tarihidir.

-------------------------------

Hani dil oyunundan çok kavram oyunu gibidir bazı mesajlar, anlayabilenlerle yola devam ederek; keyifle…

 

Kıyının denizin kenarı olduğunu düşünenlerle başka yazılarda buluşma niyetim gündemimde olmasa da…  

------------------------

Gün bugündür ey dost… “Hiç” olmaya “var” mısın?

 

Yaşam tefekkürünün doruklarında yaşarken aslında nefes almaktan öte bir ontolojik çözülme… Çözülen her bir hücrenin daha da bölünemezliği sararken aklı, yürek gülümsemesin de ne yapsın?

 

Dünyada ahireti görebilenlerin azlığı yorsa da yüreği, “hiç” yolunda kaybolan yürek hakikati görmesin de ne yapsın?

 

 Milyonlarca acının orta yerinde, var oluşun getirisi olan “var”ım imgesi sararken ne de keyifliydi insanoğlu aslında. “San” ki “var”!

--------------------------------

Konuşur gibi yazmak, yazar gibi konuşmak… Aralarında ciddi bir ifade ayrımı var gibi görünse de iki “şekil” de dinlettirir. Sonuçta konuşur gibi yazmak okura sıcak gelir bir nefes eşliğinde hissinde…

 

Biliriz ki…
 
 

 

 

Eğer “var” olma kaygımız var ise “hiç” yolcuları kalmasın… “Hiç” yolunda asıl varlığa açılan büyük “kapı”nın önünde kuyruk da yok. “Zil”i duyanların azlığı söyletti yine.

 

----------------------------------

Karanlıkların bile aydınlığı çağrıştığını bilmeyenlere tek laf etmeden “Hiç” elim.

Kelimelerle oynamayı seviyorum . Üzerinde oynadığım kelimelere ” kendimce” anlam yüklemeyi daha çok seviyorum. Hele bir de yüklediğim anlamı çözen akıllar olunca mutluluk yüreğime sımsıkı yerleşiyor. Çünkü biliyorum ki sonsuz güç aslında uzaklarda bir yerlerde değil; içimizde. İçimizin en ucra sadece bizim ulaşabileceğimiz derinlerinde. İstersek kullanabileceğimiz, istemezsek “hiç” ilişmeyeceğimiz… Farkında olmayanlar zaten burada olmadığından rahat yazıyorum.


Reyhan Gazel




20 Mayıs 2013 Pazartesi

KIZILCIK ŞERBETİ


“Kapımın önünden geçme, dayanamam. Diller neyler de, anlayamam. Anlayamadığım diller, su olup aksa da bilemem, sensiz olmayı hiç bilemem.”



“Gittiğin o kapıdan ardına bakmadan, ne bıraktım bile demeden, gidişin son, kalışın baş olur.“

“Silik anıların tekrarı yüreğimi sararken, canlı yaşananlar yüreğimin kapısında dururken, bir sen bilsen de; bilsen ne olur, bilmesen ne olur?”

“İçtiğim kızılcık şerbeti, kan gibi kırmızı. Yüreğim ok gibi dimdik, eşyalar bir başına…”


Sevgiyi, kızılcık şerbeti gibi kırmızı yaşayanlar, Semih ya da sevdiğini düşündüğü kız gibi kırmızıyı son kez bedende görenler, kırmızının yürekten aktığını bilmeyenler…

Yaşamın çıkışının sevgi olduğunu, düşünmeyenler, duyanlar, duymayanlar, duysa da aldırmayanlar…

Sevgiyi yürekte değil, tanımadıkları bir insanda arayanlar, tanıyınca yüreğini tamamen kapatanlar, kapalı yürekle yaşamaya çalışanlar, yaşamaya çalışınca yaşamdan olanlar…

Gözlerinin feri sönenler, sönmüş feri muma benzetip, tekrar yakmaya çalışanlar, bir kibritle yüreği ısıtmaya çalışanlar…

Küsmüş yüreğin içinde sevgi taşıyanlar, yüreğindeki sevginin büyüklüğü ile övünenler, övündüğü sevgi ile övünülecek işler yapanlar…

Herkesi sevdiğini söyleyenler, kimseyi sevdiğini söylemeyenler, herkesi sevse de sevmiyormuş gibi yapanlar, kimseyi sevmeyip de seviyormuş gibi yapanlar…

Gördükleriyle yaşayanlar, nefes alarak ‘yaşadığını’ düşünenler, yaşamın içini göremeyenler, görse de anlamayanlar…

Küçük bir çiçeğin sevgisi ile ayakta kalanları görmeyenler, görse de gülenler, gülerken düşünmeyenler…

“Sevgisiz yüreğin boş bir camdan oluştuğunu göremeyecek kadar darda, sıkıntılı bedenlerle yolda, bitmeyen düşüncelerle ayakta, dimdik dururken yatakta, bir bakmışsınız ki öteki dünyada…”

Allah hepinizi ıslah etsin; daha ne deyim?

Reyhan Gazel

     ANLAMAYANLARA NOTLAR   Biliyorum. Kimsenin kimseyi duymayı beceremediğini biliyorum. Niye, bilmiyorum. Bilmek bile istemediğimden...