2 Ocak 2008 Çarşamba

Ölecek Zaman Yok!




ÖLECEK ZAMAN YOK!


Yeni yüzyılın “insan” manzaralarını anlamaya çalışırken, yaşamın içinde beynimizin hatta yüreğimizin en ücra köşesinde yer alan bir ifademizdir; ölecek zaman yok! Hatırlamak bile istemediğimiz bir gerçeğin yaşamımızda duruşunu, bulunuşunu anlatan zamansızlıktan geçiştirilen bir ifade. Benim için de çalışma arkadaşım Şevki Işıklı’dan aldığım bir ifade…

Yıllar önce, çoğu bayandan beklenmeyen derinlikte olan bir bayan arkadaşımla yaşama dair sohbet ederken, ölümü gündemimize almıştık. Ölüme, üstten bir bakış vererek konu edinmiştik. Ölüm kavramının beynimizdeki, yüreğimizdeki yansımasını şu ifadelerde bulmuştuk:

“ Ölüm, ertelenen istekleri, gereksiz koşturmacayı, gerçekleşmemiş beklentileri, yaşam içindeki tüm arzularımızın bir anda yokluğunu, kaybedilmiş umutları…anlatıyor. Mezarlıklar ise, yaşanmamış tüm güzelliklerin, anlamsız sıkıntıların, gereksiz mutsuzlukların gömüldüğü yerleri…üstelik dünya üzerinde sayılamayacak kadar çok olan…”

Bir “insan” ın yok olmasını anlatan ölüm, arkadaşımla sohbette yerini yok olan geleceğe, yaşarken gereksiz üzüntülerle geçen zamana bırakmıştı. Yaşama dair beklentilerin hiç bitmediğini bildiğimizden de devamında, “ölecek zaman yok!” şeklinde yerini bulmuştu. Yaşamda bitmeyecek gibi gelen zamanın bitişini anlatan “ölüm”, yok olmaktan öte, yüreklerin yaşarken de yok olabildiğini, yok sayılabildiğini, ertelenen isteklerle yorulduğunu, sızladığını anlatmıştı.

Aradan geçen yıllar, çok değişiklikleri getirse de ölümle ilgili yüreğimdeki yansımaları değiştiremedi. Halen mezarlıklarda gömülü olanların, bedenler olmadığını düşünürüm. Yaşarken yüreklere gömülenlerin olduğunu bildiğimden…Yürekte gömülü olanların içten içe bedenleri sardığını düşündüğümden…Hatta yaşarken büyük telaş içinde, ardımızda bıraktığımız olanca beklentiyi gerçekleştirememenin sıkıntısının ağırlığını anlayabildiğimden…

Öyle ki koşturmacanın, telaşın içinde, ölümü sadece bedenlerin yok olması diye geçiştirirken, yüreğimizin yaşayıp yaşamadığını düşünmeyen bizler, ölmeye bile zamanımızın olmadığını rahatlıkla ifade ederiz. Çünkü yaşarken, yaşamın içinde en büyük gerçek olan ölüm, yaşantılara giremeyecek kadar zamansız bulunur. Özetle o kadar zamanımız dardır ki, “ölecek zaman yoktur! Sanki yüreklerimiz gerçekten yaşıyormuş gibi, üstelik yaşarken…

Bir gün gelir, yüzleşiriz gerçekle. Yakınımızı toprağa verirken, kendimizin ani büyük hastalıklarında, bir cenaze töreninde…O an zaman durur, düşünürüz. Ne yapıyorum? gerçekten yaşıyor muyum?, yüreğim ne durumda?, ölmem için uygun zaman değil, daha evimin taksitleri bitmedi….Tabii…Sonra , ya sonra… tekrar koşmaya devam…Nereye koştuğumuzu, ne için koştuğumuzu düşünmeden… Yine yüreğimizin istediklerini yapabileceklerimizi yapmadan… Bir sonraki cenaze törenine kadar böyle sürer.

Yüreklerin düşünülmediği yaşamların, gerçek yaşamayı anlatmadığını bildiğimden bu kadar rahatım. Bu yüzden diyorum ki; “ ölüm, ertelenen istekleri, gereksiz koşturmacayı, gerçekleşmemiş beklentileri, yaşam içindeki tüm arzularımızın bir anda yokluğunu, kaybedilmiş umutları…anlatıyor.” Yaşamın içinde gerçekleşebilecekken, ertelenmiş, gerçekleşememiş her şeye sımsıkı sarılmamızın gerekliliği de bundandır. Gerçekten “ölebilmek” için…

Öldüğümüzde “ zamanı yoktu ölmek için yine de öldü” denmemesi, “öldü ama yaşamın içinde hala var“ denmesi için.

Benden bu kadar! Yine de herkese Allah’tan uzun ömürler dilerim. Yaşarken “ölmüş” olmamanızı da isteyerek…

Reyhan Gazel

     ANLAMAYANLARA NOTLAR   Biliyorum. Kimsenin kimseyi duymayı beceremediğini biliyorum. Niye, bilmiyorum. Bilmek bile istemediğimden...