29 Ocak 2008 Salı

Hasretlik Söylemek










Bir varmış bir yokmuş, dağların ardı ardına sıralandığı, bulutların hep açık mavi renk olduğu, güllerin açabilecek en güzel renkte açtığı, çocukların hiç ağlamadığı bir köy varmış. Her şey olması gerektiği gibiymiş bu köyde.Yüzümüzü güldüren masallardaki gibi. Herkesin yüzünde küçük ama anlamlı bir tebessüm bulunurmuş bu köyde. Sözleşmiş gibi herkes gülümseyerek konuşurmuş. Kimse gitmezmiş, hasretlik nedir bilinmezmiş. Giden olmadığı gibi, gelen de yokmuş. Ne gelen ne giden ama mutluluk hep oradaymış. Mutluluğun olmadığı bir yaşamı hiç düşünmezlermiş, düşünemezlermiş. Mutluluk olmadığında nasıl mutsuz olunacağını bilmediklerinden, mutsuzluk kelimesini hiç bilmezlermiş. Hep istedikleri gibi yaşamaya alıştıklarından, istemedikleri de olmazmış, bilmediklerinden. Neyi istemeyeceklerini bilmediklerinden…Ölümü de doğal karşılayıp, başka dünyaya gittiklerine inandıklarından, ölenin ardından ağlamayı bilmeden yaşarlarmış. Yüzyıllar birbirini böyle kovalamış, yetişecek bir zaman dilimi varmış gibi…

Köylünün biri bir gün çalılıkların arasında garip sesler çıkaran bir kuş görmüş. Kuşun canı acıyormuş. Acısından sızlanıyormuş. Hemen kuşu bulan köylü, kuşu evine götürmüş. Ayağından yaralı kuş kıvranırken, köylünün evinde koşturmaca da başlamış. Yaralı kuşu iyileştirebilmek ve acısını dindirebilmek için didinmişler. Kuş inildedikçe içleri ağlamış yüzleri gülümsese de. Yürekleri acıyınca ağlayamadıklarını bildiklerinden kuş sızlandıkça “keşke ağlayabilsek” diye konuşmaya da başlamışlar. Ağlayabildiklerinde yüreklerinin biraz hafifleyeceğini düşünerek…Ama ağlamayı bilmediklerinden sadece konuşmuşlar. Yürekleri küçük bir kuşun yüreğinden akan acıyla dağlanmış.

Küçük kuşun acısı bir türlü dinmemiş, kanatları kıvrım kıvrım acı içinde, yüreği darda ama dimdik inildemeler sürdükçe, köylü ve ev halkı daha bir ezilmiş kuşun acıya direnemeyeceğini düşündüklerinden. Ama küçük kuş direnmiş, direnmiş, yılmamış…Geceyi sabah yaptıklarından, ev halkı yorgun, yürekleri sızıda küçük kuşu okşamaya devam etmişler. Küçük kuş sızısını bir tarafa bırakarak, okşanmanın keyfini yaşamaya başlamış. Acısının bile önüne geçen okşanmanın güzel tadı sarmış küçük kuşun bedenini. Rahatlamış.

Ertesi gün yine geceyi sabah yapan köylü ve ailesi küçük kuşu okşarken onun ayağının kırılmış olduğunu daha net görebilmişler. Yapacaklarının tümünü yaptıklarına inandıklarından bundan sonra tek yapılacak olanın uçamayacak olan küçük kuşun mutlu yaşamasını sağlamak olduğuna karar vermişler. Uçamayan , uçamayacak olan küçük kuşu mutlu yaşatmaya ant içmişler. Nereden geldiği, niye geldiği belli olmayan küçük kuş, yürekten akan sevgiler karşısında huzura kavuşmuş. Uçamasa da mutluluktan uçmak ona yetermiş.

Köylünün küçük oğlu küçük uçamayan kuşlarını sık sık alıp köylülerin de sevmesini sağlarmış. Kucağına aldığı küçük kuşu uçuruyormuş gibi yaparak, onunla kendi mutluluğunu paylaşırmış. Tüm köylüler de küçük oğul gibi kuşun mutlu olabilmesini yürekten istediklerinden, onunla mutluluktan uçmaya hazır oyunları oynarlaşmış. Küçük kuş bir süre sonra uçmanın ne olduğunu unuttuğundan, böyle bir yaşamı yürekten sevmeye başlamış.Başka ne yapsın ki!

Küçük kuşu yaralı bulan köylü, bir akşam uçamayan kuşu kucağında dolaştırırken pencerenin önüne başka bir kuşun konduğunu görmüş. Sadece köylü değil, küçük kuş da görmüş. Küçük oğul da hemen yanlarında… Küçük kuş kucakta boynunu bükmüş, yüreğini bükmüş, kanatlarını büzüştürmüş…Yüreğinin sızısını derinlerden hisseden köylü küçük kuşu tekrar sarmalamış. Küçük gagasına küçük bir öpücük kondurarak…Küçük ama yürekten bir öpücük.

Pencereye konan kuş, küçük kuşu çağırmış, birlikte uçmak istemiş. Küçük kuş daha bir sokulmuş köylünün kucağına. Köylü de küçük kuşun kanatlarına dokunmuş. Yüreğinden geçenleri “ canım küçük yaralı kuşum keşke uçabilsen de arkadaşınla gezinsen biraz “ sözleri ile dilinden akıtmış. Küçük oğul babasının bu sözlerine şaşırmış:

“Baba bizim kuşumuzun uçamadığını bilmiyor musun? Neden böyle söyledin?“
“Oğlum sadece yüreğimden geçenleri söyledim“
“Söyleme duymak istemiyorum”

Küçük yaralı kuş bir kez daha üzülmüş. Boynunu bükerek acısını yüreğine akıtmış. Dili söyleyemediğinden boynunu bükmesi bile anlamlıymış köylümüz için. Daha önce hiç yaşanmamış bir acı kaplamış köylünün evini. Küçük bir yaralı kuşun yaşamlarına gelmesi onlara acıyı yaşatmış. Hiç bilmedikleri acıyı. Sözlerin durduğu, yüreklerin konuştuğu anlarda yapılan gibi sadece susmuşlar. Ne söyleyebilirler ki? Bu arada kuş hala pencerede küçük kuşu bekliyormuş.

Yine geceyi sabah yaptıkları bir günün sabahında, küçük kuşun ansızın geldiği gibi gittiğini görmüşler. Yerinde olmaması daha bir acıtmış yüreklerini. Nereye gidebilir ki? Uçamayan bir kuş nereye gidebilir? Aramışlar ama nafile. Küçük kuş yokmuş hiçbir yerde. Tüm köylü seferber olmuş, herkes haykırarak aramış ama…Sırra kadem dedikleri türden bir durum. Mutsuzluğun kelimesini bile bilmeyenler yaşamaya başlamışlar. Hasretlik söyleyerek…Bir daha yüzleri gülümsese bile yürekleri hiç gülmemiş. Hep nerden geldiğini bilmedikleri, nereye gittiğini bilmedikleri küçük yaralı kuşun hasreti kaplamış tüm köyü, köylüleri, köylümüzü, küçük oğlu…Ne acı…Pencereye konan kuş bir daha gelmiş, bir daha gelmiş… bir daha gelmemiş. Arkadaşını görememek onu da üzmüş. Oysa ki ona kanatlarından bir parça vermek için küçük yüreği çırpınıyormuş. Ama o da öğrenmiş hasretliği, yitip gideni, çaresizliği…

Hiçbir engelli bireyin, yavrunun ardından üzülmemek için, mutsuzluğu bir ömür yaşamamak için onları üzmeyelim… Onlar üzülünce herkes üzülür. İnsan olan herkes.

Reyhan Gazel

     ANLAMAYANLARA NOTLAR   Biliyorum. Kimsenin kimseyi duymayı beceremediğini biliyorum. Niye, bilmiyorum. Bilmek bile istemediğimden...