25 Haziran 2017 Pazar

Tabula Rasa Ne Tatlı Şeysin




 

En dingin halinde anlık gelen iç seslerin iletisini görselle döktürmek çok tatlı gelir insana. Sanki önceki tüm anlar silinmiştir, tertemiz bir durulukla akarsın yeryüzüne doğru… Kelimeler aklına indikçe, geçmişin ansızlığı bir boşluk gibi ılık rüzgâr estirirken, yanında iki kediyle yazarsın. Olmazsa olmaz itekleyicidir kediler böyle anlarda. Sürtünür geçer koluna, patim sende der gibi. Bir de kokladı mı o iş tamam… Tüm evren seni dinliyor gibi döktürürsün. Dinleyen milyonlarca insanın sanki gözleri üzerindedir, “hadi yaz yaz yazzzz” Az bir gülümsemeyle geçelim bu ironiyi…

 

Az gülümsedik ciddiyetle devam etmeli tam da bu anda.



 

Yazabilmek aslında her insanın bildiğini düzenleyebilmek yetisiyle hareket ettiren bir güçtür. Karnın tok, sırtın da pekse geriye sadece çoğuna lüks gelen romantik bir eylemle bilgisayarın başına kurulursun. Evet, yazmak romantik bir eylemdir. Duygunu, düşünce harmanından geçirip, aklın yettiği hissedişle, sayıca tahmin edilemeyen kelime yığınlarının arasından seçilmiş bir konfigürasyonla tuş tıklatma eylemi… Bu günümüz için fazla romantik, biliyorum. Eski romantiklerden olarak, yaşımla paralel bir miktar yaşam anları yazdırtıyor işte. 

 

Tabular asa hali, anları, yaşımı, huyumu, suyumu, halimi, okuduklarımı… ötelese de silinmiş nefes alışların derin vurgusu söyletiyor… Zarifçe… Sanki “ Ben buradayım ama şu an seninle değilim” der gibi bir an; tabular rasa halinde yazabildiğim an.

 

Hep bir yanı geçmişin bir anında tutuklu kalmış yürekler şu garip yazarı bulduğundan, payıma düşen en boş zihinle sadece döktürmek… Bomboş bembeyaz bir word sayfasını siyah lekelerle harekete geçinip anlamlı bütünler oluşturmak…

 

Anlayamam. Tabular asa halinde yaşamaya alıştığımdan mı ne? Sanki kelebek gibi her gün yeniden doğmak, her gün yeniden ölmek… Sanki kelebekler arasında geçiş yapmış gibi tüm ruhlar… Her kelebek kendini “tek” zannederken yaşadığı o biriciklik hissi gibi…

 

Her biricik, kocaman bir evreni oluşturduğundan, tabula rasa halindeki zihinle her an yeniden, ilk kez nefes alıyormuş hissi ne tatlıdır bilir misiniz? Vallahi çok nefis bir duygu. Mis gibi bir duygu, halden hale geçişin köprüsü romantik zihin ancak bunu bu kadar net yazabilirdi. Hadi bugün okuyan milyarlarca insana kocaman bir kıyak. En somutundan bir ironi ile bu cümleyi gırgıra vurup diğer oturaklı cümlelere geçeyim. 

 

“Elleri hep üşüdüğünden hiç çıkarmazdı ellerini cebinden” Sahi el cepte, cep nerde? Cebi ısıtan el, eli ısıtan cep… İç içe geçmiş iki kavram gibi. Bir metaforu kendi iç dengesiyle bütünleştirmeyi seven bu küçük yazarı kırmayın. Bir elin nesi var iki elin ısısı var. Dahasını ben bilmem. Yok yok bugün tabula rasa halim bana böyle yazdırtıyor. Kurtulmam gerek bundan. Geçmişin izlerini taşımak daha mı kolay ne?

 

Romantik yazar gülümseyen yazardır. İçi gülmeden yüzü gülümseyen… Sahi Abuzer Efendi sen hiç şair gördün mü?

“ Yok abla vallah görmedim”

 

İyi. Normal. Böyle kal. Yerin güzel Abuzer Efendi.

 

Şiişşt ilişmeyin. Ben gördüm. Bir şair gördüm. Tanıdım. Loş ışıklı odasında oturup sadece yazıyordu. Yaşamadığını, duygularını üstelik… Ne tuhaf değil mi? Yaşasaydı yüzyılın çapkını olurdu bu şair. Yaşamadı, yüzyılın şairi oldu. Kaldı büzülü kenarda duyguları. Arada okuyan iki cilveli kız az bir gözyaşı döktü yazdıklarına oysa ki içini dolduran duygunun kendilerinde olduğunu bilmiyorlardı.

 

Nasıl bilsinler ki…?

 

Abuzer Efendi, iki cilveli kız ve yüzyılın şairi arasında köprü görevi elbette ki bir aforizma satırlarında vücut bulabilirdi. Öyle de oldu. Bu tuhaf üçlü sokakların değişmez sakini olarak kalabilirdi, kalmadı. Çünkü iki tıklamayla kaldı büzülü kenarlarda bir yerlerde.

 

Hayata ironik bakabilenlerle tabula rasa halinde yaşayanların müthiş hissel mücadelesinden koca sayfalar çıkabilirdi. Çıkmadı. Nolsun başka?

 

Oooo Abuzer Efendi çok oldu sizi görmeyeli. Gözlerim yolların orta yerinde kaldıydı az biraz önce. Sahi “sen hiç şair gördün mü”

 

“ Yok abla vallah görmedim”

 

İyi. Normal. Ben gördüm.

 

Hayat böyle bir şey ey okurlar. Döngü… Kısırından üstelik. Hani hep dediğim gibi  “Gökyüzünün altında her şey eski” Kelebek gibi geçişken ruhların döngüsü…

 

Siz siz olun hayatı fazla abartmayın.

 

Sahi size küçük bir sır verip kaçayım: Hepimiz öleceğiz…

 

 

HOOOPPPPP KAÇTIMJ

 

 

     ANLAMAYANLARA NOTLAR   Biliyorum. Kimsenin kimseyi duymayı beceremediğini biliyorum. Niye, bilmiyorum. Bilmek bile istemediğimden...