25 Haziran 2017 Pazar

ORTAYA KARIŞIK




 

Hani sorgusuzca meşhur olmuş bir eylemimiz vardır, masaya oturur oturmaz gelen garsona, etrafın yiyecek kokularını duyarak bir karar veremeyip “ortaya karışık”  deriz. Masa etrafında aç bekleyen, yemek yemek için algıları açık her sandalye üstündeki kişi, istediğini istediği kadar yesin diye… Kısıtlamadan, bol seçenekli, her bir zerreden tadabilen sandalye üstündekiler, bu ifade ile daha bir mutlu olur. İste hayat da böyledir.

 


Bazen “ortaya karışık” iki cümle kurarsın, bazen söz söylersin… Alabilen istediğini alır, rahatlar. Seçenekli özgürlük dediklerini pek severim tam da bu nedenle. Ben yazarım, yazmayı sevenlerden yani. Okuyan olursa istediğini istediği kadar alsın diye. Okuyanlar özgür olsun diye… Sanırım bundandır, başka nolsun ki! Her yazar kendine benzer okura akıtır tüm kelimeleri… “ Ortaya karışık” üç kelime yüzlerce çıkarım, anlam, yorumlama… Konfigürasyon yazarın işi gibi görünse de aslında daha çok okuyanın işidir böyle yazılarda.

 

 

Hayatın her anının bilgisi farklı tümümüz için. Değişen yaşlarımızın, çizgilerimizin iz düşümleri yüreklerimizde daha bir derinlik açtıkça, girdap şekline dönüşmüş algılarımız kendisine gelen tüm uyarıcıları farklı doğrulayabilir tam da bu nedenle. Zamanın ruhu dedikleri budur. Her zaman kendi doğrularını doğurur.

 

Yıllar önce felsefe öğrencisi olarak üzerinde bolca çalıştığım kavramlardan birisi de “maiotik” kavramıydı. O yaşın ruhu ile bolca düşünmem ödev verilirdi. “Şekil almamış düşüncelerin sorgulama tekniği ile ortaya çıkartılması… “ Sanki “ortaya karışık” ifadesini, kendimizce an içinde kalarak yeniden, her adımda yenilenerek çıkartılmasıydı Sokrates’in kastettiği. Sorgula, düşün, bul… Her adımda yeni bir “şey” bul… Herakleitos’un dediği “değişim” tam da bunun özeti gibi değil mi?

 

Zamanın ruhunda gelişme de varsa ooo yeme de yanında yat dedikleri durum sarar dört bir yanımızı.  “Tabii ya neden daha önce düşünmedim”, “ O zamanlar küçüktüm top oynuyordum filan falan” “ Şimdilerde küçük değilim, kitap okuyorum, sinema yazıyorum filan falan” Filan falan ne güzel bir kurtarıcı değil mi?

 

Hayat aslında hep üç nokta… Hep bir şeyler yarım. Tamamlamak, zamanın ruhunda mevcut algıların gelişime gösterdiği/göstermediği tepki ile doğru orantılı değişiyor sanki. Yaşlanmak kelimesini hiç sevmem bu nedenle. Değişmek ve eğer becerebiliyorsak gelişmek derim. Geçmişte böyle demezdim. İnsanım işte!

 

Düşünürüm hep: Acaba tam tekemmül etmiş bir hayat var mıdır ki? Sanmıyorum. Belki yarın “sanarım” ama şu an sanmıyorum.

 

Soruları çok cevapları karışık hayata bir selam verelim yazıyı bitirmeden önce. Hayat da selam verdi diyenlere bol soslu “maiotik” dilerim… 

 

 

Bu günlük bu kadar, haydin rastgele işler hooooop kaçtımJ

 

     ANLAMAYANLARA NOTLAR   Biliyorum. Kimsenin kimseyi duymayı beceremediğini biliyorum. Niye, bilmiyorum. Bilmek bile istemediğimden...