Hani sorgusuzca meşhur olmuş bir eylemimiz vardır, masaya
oturur oturmaz gelen garsona, etrafın yiyecek kokularını duyarak bir karar
veremeyip “ortaya karışık” deriz. Masa
etrafında aç bekleyen, yemek yemek için algıları açık her sandalye üstündeki
kişi, istediğini istediği kadar yesin diye… Kısıtlamadan, bol seçenekli, her
bir zerreden tadabilen sandalye üstündekiler, bu ifade ile daha bir mutlu olur.
İste hayat da böyledir.
Bazen “ortaya karışık” iki cümle kurarsın, bazen söz
söylersin… Alabilen istediğini alır, rahatlar. Seçenekli özgürlük dediklerini
pek severim tam da bu nedenle. Ben yazarım, yazmayı sevenlerden yani. Okuyan
olursa istediğini istediği kadar alsın diye. Okuyanlar özgür olsun diye…
Sanırım bundandır, başka nolsun ki! Her yazar kendine benzer okura akıtır tüm
kelimeleri… “ Ortaya karışık” üç kelime yüzlerce çıkarım, anlam, yorumlama…
Konfigürasyon yazarın işi gibi görünse de aslında daha çok okuyanın işidir
böyle yazılarda.
Hayatın her anının bilgisi farklı tümümüz için. Değişen
yaşlarımızın, çizgilerimizin iz düşümleri yüreklerimizde daha bir derinlik
açtıkça, girdap şekline dönüşmüş algılarımız kendisine gelen tüm uyarıcıları
farklı doğrulayabilir tam da bu nedenle. Zamanın ruhu dedikleri budur. Her
zaman kendi doğrularını doğurur.
Yıllar önce felsefe öğrencisi olarak üzerinde bolca
çalıştığım kavramlardan birisi de “maiotik” kavramıydı. O yaşın ruhu ile bolca
düşünmem ödev verilirdi. “Şekil almamış düşüncelerin sorgulama tekniği ile
ortaya çıkartılması… “ Sanki “ortaya karışık” ifadesini, kendimizce an içinde
kalarak yeniden, her adımda yenilenerek çıkartılmasıydı Sokrates’in kastettiği.
Sorgula, düşün, bul… Her adımda yeni bir “şey” bul… Herakleitos’un dediği
“değişim” tam da bunun özeti gibi değil mi?
Zamanın ruhunda gelişme de varsa ooo yeme de yanında yat
dedikleri durum sarar dört bir yanımızı. “Tabii ya neden daha önce düşünmedim”, “ O
zamanlar küçüktüm top oynuyordum filan falan” “ Şimdilerde küçük değilim, kitap
okuyorum, sinema yazıyorum filan falan” Filan falan ne güzel bir kurtarıcı
değil mi?
Hayat aslında hep üç nokta… Hep bir şeyler yarım.
Tamamlamak, zamanın ruhunda mevcut algıların gelişime gösterdiği/göstermediği
tepki ile doğru orantılı değişiyor sanki. Yaşlanmak kelimesini hiç sevmem bu
nedenle. Değişmek ve eğer becerebiliyorsak gelişmek derim. Geçmişte böyle
demezdim. İnsanım işte!
Düşünürüm hep: Acaba tam tekemmül etmiş bir hayat var mıdır
ki? Sanmıyorum. Belki yarın “sanarım” ama şu an sanmıyorum.
Soruları çok cevapları karışık hayata bir selam verelim
yazıyı bitirmeden önce. Hayat da selam verdi diyenlere bol soslu “maiotik”
dilerim…
Bu günlük bu kadar, haydin rastgele işler hooooop kaçtımJ