Hani bir kitabın kapağını kaldırdığınızda sizi çağıran siyah
dokunuşların yan yana dizilmesi gibi bir gökyüzü hayali beklersiniz ya işte
öyle bir anda yazıldı sözler…
Bilirsiniz. Gökyüzü, siyah dokunuşlardaki gibi “biçimli”
dizilmiş bir hayatın bütününü vermez, alırsınız alabildiğiniz dizgeleri…
Aldıklarınızı anlamlı sıralamak yüreğin dokunuşuna kalmıştır o dakka. Dizersiniz
bildiğiniz kadar. İşte öyle bir şey gökyüzü hamurunda yoğrulmuş yürek.
Bir vişne ağacı düşlersin bazen. Kışın ödülü gibidir, ılık
havanın sertliğini yansıtan yüreğe… Işıklar göğe ulaştığında tam da tepende
dolaşan ışıklar içinde… Dökersin ansızın neyin varsa, dallarından yere vurur
gibi…
Kendimizi bildik bileli, neyi bildiğimizi bile anlayamazken
tepemize vuran ışıkla dökülen vişneler gibiyiz bazen hayatın içinde… Aldırışsızlığın
da ötesinde umarsızlıkla bakan nice hayatları ürkütücü bulduğumuzda gök/ yerin buluşması
gibi vurucu… Ansızın kafamıza düşen
vişnelerin derdini anlatır gibiyiz belki de…
Bir iç ses konuşur ansızın: Ne tuhaf bir şey bu hayat… Her
ayrılışta yabancı, her başlangıçta yabancı, her an kendine de her şeye de
yabancı… Bir umudu taşır her yürek, kendi ürettiği umuda yapışır, kendinden bir
haber… Kendinden kaçabilmeyi başardığı anda da vurur dallarını yeryüzüne…
Yapıştığı umudun kendinden çıktığını anladığında, işte o
andır iç sesi bitiren... Dünya yeniden başlasa derken bile kendinden
çıkamadığını gördüğünde yine vişneleri düşünür. Vişne, ışığın tam da tepemize
vurduğu anda dökülmez mi? O halde belki de umut bizim dışımızdan sesleri
haykırır gökyüzünden… Yeter ki iste! En iyiyi, en kötüsüzü… Al kendinden
çıkarak gökyüzünü…
Bir an gelir sözcüklerin büyüsünden çıkarsın, karşındadır
tuhaf bulduğun hayat… Öylesine yalın, öylesine sade ve anlamsız… Anlamı veren
kendinden öte çıkmışlık… Nesneleşmek belki de…
Görebildiğin hayatını, kenarı ince işlenmiş oyalı bir örtü
gibi çerçevelersin, narin ve dingin… İşleme becerimiz kadardır… Ne kadar
inceysek o kadar narindir çerçevelediğimiz hayatımız. Arasıra belirsizleşen
ince oyalı narin hayatımız vişnenin ansızın yeryüzüyle buluşması gibi inceden
bir giriş yapar gökyüzünden bir nefesle… İşte bu aşktır. İnsanı insan yapan
varoluşla… Belki de tek eksiğimiz tutkulu yalın hayat… İnce işlenmiş bir yürek
yeryüzüne zarafetle inerken... İşte öyle!