11 Şubat 2008 Pazartesi

" Pera" Yaşamı




“Olduğu gibi görünmek ya da göründüğü gibi olmak” İslamiyet’i benimsemiş toplumlarda yaşayan herkesin yaşam felsefesidir. İslamiyet’in ezoterik yollarından birisi olan Sufizmin de. Kendisine “Müslüman” diyen herkesin de. Her şeyin gerçekte olduğu gibi açığa çıkmasında, yalanın başka bir yalanı doğurmasının engellenmesinde, nefse hakim olup, olgun insan olma mertebesine ulaşılmasında, insana ‘içeriden’ bakılmasında yol gösterecek bir yaşam felsefesinin yaşamda karşılığını bulmasında…

İslamiyet’i gerçek Müslüman gibi yaşayabilmek için, olmazsa olmaz şartlardan olarak gördüğümüz “ nefse hakimiyet”, yaşamda insanın kendisine ‘içeriden’ bakışı ile ortaya çıktığından, insanın bir adım ötesinde düşündüğümüz toplumların göründükleri gibi, bilindikleri gibi yaşayamamalarını anlayamayız. Yürekte yaşananların yaşamda karşılığının görülememesini ise hiç anlayamayız.

Osmanlı İmparatorluğunun kuruluş ve yükseliş dönemlerinde padişahlara gerçekleri olduğu gibi söyleyen bilim adamları, şeyhülislamlar, kadılar, seraskerler, padişahların yanlarında olan herkes yalansız ve görüneni aynen aktarmayı bir görev saydıklarını biliyoruz. Bu görevi de yönetim prensibi olarak gördüklerini.. Padişahların, bilen kişilerin, bilge görülenlerin ayaklarına kadar giderek ‘nefislerine “ yenilmediklerini de. İslamiyet’in ‘olgun insan olma’ hassasiyetini bildiklerinden çok da zorlanmadıklarını tahmin ediyoruz. Osmanlı döneminde yapılmış camilerdeki ince zarafeti, ihtişamdan uzak mimari anlayışı, işlevsel ama güzel görünümlü yapıları, yerinde parlak renklerin gösterişten uzak kullanılışlarını bugün görmek bizlere ‘nefse’ yenilmemenin net anlatımı olmuyor mu?

Manevi eğitimin temelinde ‘ nefse yenilmemek’ anlayışını bulduğumuzdan, teknoloji ile toplumsal yapımıza giren ‘ modern insan’ modeli ile bugün yaşanılan ihtişam, gösteriş, sanattaki ince zevkten uzak duruş, kendisine ‘dışarıdan’ bakan insan anlayışının nedenini de açığa çıkarmıyor mu?

Osmanlının çöküş dönemiyle birlikte batının teknolojisi için belli bir program dahilinde harekete geçilmesi, toplumsal yapının temeline salt bilgisel anlayışın girmesi, daha da önemlisi bu yaşantının herkes için yaşam felsefesi haline gelmesi kendisine ‘dışarıdan’ bakan insan modelinin de temellerini oluşturmaktadır. Yani bugünkü insan anlayışının. Komşusu açken tok yatabilen, başkasının açlığını önemli görmeyen, mağdura sadece acıyan, engelliye cezalı insan gibi de bakabilen, kendisinden başkasının yüreğini görmekten uzak durabilen…

19. Yüzyıldan sonra İstanbul’da yapılan saraylardaki gösterişin artması, “Pera” yaşamının yaygınlaşması, alafrangalığın yaşam biçimi haline gelmesi, medeniyet ve batılılaşma anlayışlarının salt bilgisel olarak düşünülmesi, batının en büyük sorunu olan kendisine ‘dışarıdan’ bakan insanı da yüreklere yerleştirmektedir.

Yüreklere yerleşen ‘modern insan’ modeli ile, insana ‘içeriden’ bakmanın değerinin de yitirildiği günümüzde, tüketim çılgınlığının artması, artmaya da devam etmesi, tüketim çılgınlığının ‘nefis’ mücadelesinde galip gelmesi ürkütücüdür. Gençlerimiz adına, ailelerimiz adına, tüm insanlar adına. Bu duruma dur diyemeyenler adına…


Büyük kentlerimizde son dönemdeki tüm yapıların “Tower” olması, sinemanın yerini nereden geldiği belli olan ama dile getirilemeyen isimlerin alması, alışveriş merkezlerinin “Center”, “Mall” şeklinde ifade edilmesi ve yazılması, sadece alışveriş dendiğinde kıyafetlerin anlaşılması, toplumca paylaşımların unutulması, bunun da ötesinde neyin niye yapıldığının düşünülmemesi üzüyor. Yaşamı yüreklerde, yüreğindeki değerlerle yaşamak isteyenleri üzüyor.

Oluşan yeni insan modelinde, herkesin her şeyi kendisine hak görerek, rahatça istemesi, statü peşinde kapı kapı gezerek başkalarına’ tapınması’, kendisini‘tapınılacak insan ‘yapabilmek için çabalaması ‘içeriden’ bakanlara o kadar uzak ki. Peygamberimiz Hz. Muhammed ‘in “ Nefsini bilen Allah’ ı bilir “ söyleminden de o kadar uzak ki. İhtirasların, kula kulluğun en uzak olduğu, olması gerektiği İslamiyet’ten de. Hele ki, İslamiyet’in ritüellerini ihtiraslara kavuşmada araç olarak görülmesine diyecek sözümüz yok.

Bilmek, toplumda toplumu bilmek, toplumda insanı bilmek, insanın yüreklerini görebilmek, gördüklerini yüreklere sokabilmek, toplumların yüreklerine girebilmek, kendisine ‘ içeriden’ bakabilenlerin yapabildiği olgunluktur. Olgunluğa gidişin yolunu bilmenin yoludur. Neyin nereden geldiğini, niye geldiğini, yaşama giriş nedenini, yaşamda var olma şeklini, yüreklerdeki değerlerden yaşamın bağımsız olmaması gerektiğini bilmek kolay olmaz. Bildikten sonra da başkalarına anlatamamanın zorluğu başladığından böyle yaşamak hiç kolay olmaz.


Reyhan Gazel

     ANLAMAYANLARA NOTLAR   Biliyorum. Kimsenin kimseyi duymayı beceremediğini biliyorum. Niye, bilmiyorum. Bilmek bile istemediğimden...