29 Haziran 2008 Pazar

Bir "Bilge" ye Geçikmiş Mektup







"Benim dilim, çiçek dermek üzere eğilip kalkan bir gövdenin yumuşaklığına, dalgalanışına ulaşmalı… "

“Dile getirmekte güçlük çektiğim, dile getiremediğim bir hüzün var bu seste…Hem tatlı,hem… Nasıl söylemeli ? Sanki çok görmüş geçirmiş…Acıları da sevinçleri de bilmiş…Dünya kadar eski bir… bir… bir bilgeliğin sesi bu… Evin arkasından, dereciğin oradaki ağaçlardan gelir. Her şeyi unutturur bana birkaç dakika… Güzel bir şey bırakır içimde sustuğunda, ya da, belki, ben uykuya daldığımda… "

“Gece nerede, hangi anda başlar? Buna hangimiz karar verebildi? Gecenin geleceği, geldiği, indiği, sardığı, gömdüğü, hep birer benzetim olarak söylenebilir; gecenin üzerimize kapanmakta olduğunu, bizi ezeceğini hepimiz gördük. Hangimiz, kaçınılmaz olduğu bilinen şeyler karşısında bile, kendini biraz daha aldatmaktan, bu kaçınılmazdan kaçılabileceği, belki de bu korkulanın başa hiç gelmeyeceği umuduna- bütün boşluğunu bilerek-kapılmak çocukluğunu göstermekten utanç duydu? Hiçbirimiz, dense yeridir sanırım.” (Bilge Karasu)


Bir "Bilge" ye Geçikmiş Mektup


Yıllarca direndim öldüğünü kabul etmeyerek, aklıma geldiğinde hep için için ağladım. Ama nedendir bilinmez artık sayfaların tekrar, anıların silik… Bir insanın ölümü meğer ne zormuş? Gittin gideli hep aklımdasın aslında üzülme … Ama hep bekledim beni arayacağın çağıracağın anı. Hep zor anlarımda aklıma geldin kızdım sana. Kabul ettim artık hocam sen gerçekten ölmüşün. Mezarını öğrenmenin zamanı gelmiş demek ki. Yıllar, yıllar sonra. Karşıyaka mıydı?

Benimle son konuşmanda kızgındın, sesin zor çıkıyordu ama kızgınlığın çok… Ne yapıyorsun dediğinde deyiverdim hemen köy öğretmeni oldum diye “Herkes hak ettiği yaşamı yaşar ne yaparsan yap bu kural değişmiyor. Yolun yine de açık olsun ama beni 4 yıl neden uğraştırdın o kadar gerek var mıydı?

“Vardı hocam vardı…"

Köyde de çok şey öğrendim. Aldığım eğitimin tadı hep sardı eğitim verdiğim tüm çocukları. Ama yarım kaldı her şey. Sen bana kızarsın da ben sana kızamaz mıyım? Biraz daha yaşasaydın ya hocam. Ne vardı göçüp gidecek? Bıraktın beni sevgiyi bilmeyen insanların yanına. Galiba ben de senin gibi kedilerle yaşayacağım. Hep sadık kalmasın ama sevdim mi tam sevsin diye… Gerektiğinde tırmalasın diye… Yaşamın hep güzelliklerini gösterdin, öğrettin, yine sevelim insanları derdin hep. Seviyorum herkesi ama yaşam o kadar kolay değilmiş ki! Bunu anlatamadın bana. Yetmedi zamanın belki de. Zor ama ayaktayım okuduklarımla, gördüklerimle, yüreğimle… İnsanım her şeyden önce gerçek bir insan. Zafiyetlerimi göstermekten çekinmeyecek kadar gerçek insan.

Oku dedin hep oku, okumanın zararı olmaz. Önceleri sen aramayınca hep okudum hep… Ama mutsuz oldum okudukça. Olmadı yaşama tam karşılık gelmedi yazanlar. Akademik çalışmaların boş olduğunu da iyiden iyiye anladım. Oku ama o kadar oku… Sonra, sonrası yok…Yazdım o dakka. Yazayım ki belki yaşama kavuşurum diye. O da olmadı hep yazdım , yazdım… Kitap yazdım olmadı, makale yazdım olmadı, senin hep istediğin gibi röportaj bile yapıp yazdım, yine olmadı… Eksikti bir şeyler. Basın da olmadı bu arada. Yetmedi. Seni düşündüm ama konuşamayınca senin yazdıklarını okudum, yine boşluk. Tüketmek derdin ya hep. Tüketene kadar oku… İnan tükettiğimi hissedince bile olmadı. Boşluk, hiçlik… Belki de senden farkım şuydu; hep yaşamda karşılığını aramak yazılanların, yazdıklarımın. İşte o zaman anladım, boşluğun kaynağını. Bu sefer rota değiştirdim yaşamın içine girdim, bırakıp yazı yazmayı, okumayı…

İşte en çok o zaman üzüldüm be hocam. Yıllar boşa geçmiş meğer. Görmek gerekiyormuş yaşamı, kafayı kaldırıp. Yaşamın içine iyice de girdim o aralar. O kadar ki çocuk bile doğurdum. Gülme vallahi doğurdum. Evleneceğime bile ihtimal vermiyordun ben bir insanı var ettim. Adını bilge koymayı çok istedim ama koyamadım, dilim elim varmadı. Seni hatırlamak istemedim onda. Aral oldu adı. Cengiz Aytmatov’ dan aldım adını. İyi de oldu adı gerçek bir aral hikayesi yaratıldı adıyla sanıyla. Sonra, sonrası çok acı toplumda toplumu görmek… Meğer ne tatsız bir yaşamdaymışız. O dakka keşke hep okumaya devam etseydim de topluma karışmasaydım dedim hep içimden. Oldu bir kere.

Hatta hocam şaşırmayın ama toplumla mücadele bile ettim, halen de ediyorum. Ne olur gülmeyin bu sana uygun değil demeyin. Bir sivil toplum kuruluşunun kurucularından oldum. Temsilcisi oldum sıkıntısı olan insanların. Yaşam neler gösteriyor gördünüz mü? Sen yıllarca oku yaz… Sonra toplumla kavga etmeye başla birden. O da yetmeyince kavgam büyüdü. Öyle bir kavga ki senin kızacağın işler yaptım. Bürokrasiye girdim. Şaşkın şaşkın baktığını görür gibiyim.

Sen yanımda kalsaydın durum elbet başka olurdu. Hala senin evinde kedinden kaçarak çalışıyor olurduk. Evlenip çocuk da doğurmazdım. Okurduk sadece, yazardık ancak. Dünyayı tanımlardık senle. Kendi kendimize. Sen bana anneni anlatırdın kimseye anlatma dercesine kısık sesle. Annenin senin için tadını anlatırdın, seni onun yerine koydum söylemleriyle’

Ben sana gülerek sorardım:

“Hocam neden ben?“

Hep dediğin gibi…

”Çok küçüksün de ondan”

“Her küçük olan senin için bu kadar özel mi?"

“Hayır sen özelsin, kimsede olmayan sende var, yüreğin var tertemiz, katıksız...”

Gülerdim sana kibar kibar.

“Sağolun hocam…“

Bu böyle sürer giderdi. Ama o zaman gerçekten küçüktüm daha 18.

Şimdi büyüdüm yine aynı şeyleri söyler miydin ki?

“Söylerdim“

Dediğini duyar gibiyim

“Sen benim gözümde hiç büyümeyeceksin… “

Bugün biraz daha farklı düşünüyorum her şeyi. Kaçıştı aslında senin hep okuman, yazman. Her okur yazarda olduğu gibi. Yaşamdan kaçış.

"Nereye kadar hocam?"

Yaşamı okumak iyi elbette ama yaşamın kendisini kendinde okumak…

Yaşarken okumak…

En iyiyi bulmak için yaşamın içine girmek…

Girdikçe tüketemediğini görmek…

Bitmeyen senfoniyi anlık durumlarda durdurabilmek…

Yaşamın içindeki aksaklıkları çözmek için mücadele etmek…

Bunlar senin bende eksik bıraktıklarındı. Bunu gördüğümde öldüğünü anladım aslında. Bana verdiklerinle ayakta kalamayacağımı anladım. Yaşama teslim oldum ama yaşamın içinde kendimden, varlığımdan ödün vermeyerek. Bana öğrettiklerini yaşamın içine geçirerek… Bunu da kendim yaptım inan. Kimseler yoktu bana yeten, olmayacak da… Çünkü her insan yalnızdır, doğduğunda da öldüğünde de…


“En azından, okurlarım olabileceğine inanmak istiyordum. Oysa şu anda biliyorum ki, benim dışımda bu yazdıklarımı okuyacak, okuyabilecek tek kişi var. Bu kişi defterimi yok etmeyebilir de. Karar vermek bana düşüyor. Şu birkaç defterimi yırtıp yakmak, külünü yemek mi, bitirip her şeyi ona da okuttuktan sonra yok etmek mi, yoksa, ona bırakmak mı gerekir? “ (Gece / Bilge Karasu)


Yine de katıksız, kimselerin anlayamadığı bir sevgiyi yaşattın bana. Bir daha hiç kimsede yaşayamayacağımı da yaşamın içinde görmemi sağladın. Sağolasın tüm emeklerin için…

Mezar taşında yazdığı gibi: Sazanderelinin Ruhuna Fatiha

Reyhan Gazel

     ANLAMAYANLARA NOTLAR   Biliyorum. Kimsenin kimseyi duymayı beceremediğini biliyorum. Niye, bilmiyorum. Bilmek bile istemediğimden...