2 Temmuz 2008 Çarşamba

Ayşe ile Hasan ya da diğerleri








Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur zaman içinde develer….. iken pireler…. iken güzeller güzeli bir Fatma varmış. Fatma o kadar güzelmiş ki, Ayşe onu her gördüğünde için için kıskanırmış. Belli edemediğinden kıskançlık sıkıntısı içini her gün biraz daha deler geçermiş.

Kıskançlığın içini kemirdiği günlerin birinde Fatma Ayşe’ye:

“ Ayşe gel beraber oynayalım. Yaşamı çok seviyorum” demiş.

Fatma kızsa da bir şey diyememiş Ayşe’ye. Kabul etmiş teklifini. Başlamışlar oynamaya. Ne mi oynamışlar?

“ İyilik oyunu”

Oyun gereği kim kime daha çok iyilik yapsa iyilikte geride kalan ötekinin tüm evini temizleyecekmiş. Yeterince iyilik yapamamanın cezasını bedeniyle ödeyecekmiş. Ayşe temizlik yapmaktan ve birilerine iyilikten gocunmadığından bu teklifi kolayca yapmış. Her durumda şanslı olduğunu bildiğinden rahatmış.

Fatma’nın huzursuzluğu almış başını gitmiş. Artık yüreği bu sıkıntılı duruma daha fazla direnememiş.

“ Sana dayanamıyorum. Seni hiç anlayamıyorum.”

“ Farkındayım Fatma” demiş Ayşe.

“ Bunun için böyle bir oyun teklif ettim zaten. Belki zorla da olsa birilerine iyi bir şeyler yapmak istersin böylece.”

“ İyilik yapmam için illaki ev mi temizlemem gerekiyor. Ben zaten iyi bir insanım.“

“ Evet öylesin diyeceğim yok ama sen az önce demedin mi bana dayanamadığını. İyilik herkes için yapılmalıdır. Dayandıklarına iyilik yapman yetmez. Asıl büyüklük dayanamadıklarını, belki de sevemediklerine iyilik yapabilmenden geçmez mi?”

Oyun başlamadan bitmiş elbette. Başlayamayan oyunların bile insanın içsel yaşantısında fark yarattığını bilen Ayşe’nin içi rahatlamış. En azından iyiliğin herkese yapılması gerektiğini anlattığını düşünmüş.

Aradan aylar aylar ve hatta aylar geçmiş. Geçen aylar ayları kovalamış. Bizim iki kızımız da iyice serpilip ele güne karşı hazır hale gelmişler. İkisini de isteyen pek çok anne varmış. Oralarda “anneler” beğendiğinden “anneye “ beğendirme yarışması da hızlıca başlamış. Nerede bir “anne” görseler tüm kızlar, özellikle de bizim iki kızımız hemen saçlarını tarayarak ellerinde su testisi ortalıkta gezinirlermiş.

Bir gün çok zengin bir anne kızlarımızdan birisini çok beğenmiş. O ”anne” Hasan’ın annesiymiş. Hasan da güçlü kuvvetli, eli yüzü düzgün, güzeller güzeli bir delikanlıymış. Ama ne yazık ki “anne” sinin her dediğine koşulsuz “evet” dermiş. Ne yapsın kadından korkmak gerektiğini daha küçücükken öğretmişler Hasan’a.

Hasan’ın annesi, Fatma’yı beğenmiş. Hemen oğluna gidip:

“ Oğlum güzel oğlum. Kınalı kuzum. Sana güzeller güzeli, fidan gibi, aklı başında, ay yüzlü bir kız buldum. Onu hemen alacağım. Sen de evlenmek için hazırlan “ demiş.

Hasan annesine sevincini dile getirerek:

“ Annem, güzeller güzeli annem. Sen dersin de ben istemem mi? Kimi uygun görürsen hemen al gel.” Demiş.

Hasan’ın annesi Fatma’yı babasından istemiş. Fatma’nın babası teklife olumlu bakmış. Ne olsa zengin anne.

Fatma zengin birisiyle evlenme telaşıyla çok heyecanlanmış. Hemen Ayşe’ye koşmuş:

“ Ayşe canım Ayşe. Bak beni kimler istiyor. Hemen evleniyorum. Çok mutluyum. Beni kıskanma sakın sana da birisi çıkar elbet.“

“ Güzel Fatma, çıkar elbet. Herkesin kısmeti çıkar. Senin için mutlu oldum.”

Fatma, Ayşe’nin kendisini kıskanmadığını görünce yine huzursuzca yatağına koşup ağlamış. Bir yandan da:

“ Şu Ayşe’yi bir kıskançlığından ağlatabilsem “ dile Allah’a yalvarmış.

Bilmediği bir şey varmış. O da Allah yürekleri en iyi görendir. Her şeyi bilendir. Yürekler yanlış yolda olduğunda yolu çevirendir.

Hasan evlenme telaşı içinde sokakta heyecanla gezerken elinde su testisiyle çeşmeye giden Ayşe’yi görür görmez ellerine hakim olamamış. Eller bileklerden koparcasına titrerken içinden dua etmiş:

“Allahım ne olur annemin alacağı kız bu olsun”

Düğün günü gelip çattığında halaylar çekilmiş, misketler oynanmış. İş duvak açmaya gelince Hasan, heyecanla duvağı kaldırıp gelinin sevdiği kız olmadığını anlayınca çok üzülmüş. Ama ne yapsın?

Aradan yıllar yıllar, hatta yıllar geçmiş. Küçük güzel çocukları olmuş. Bu arada Ayşe de evlenmiş. Onun da küçük güzel çocukları olmuş. Ama hep Fatma’nın gözleri üzerinde yaşamak zorunda kalmış. Fatma onu mutsuz edeceği anı yakalayabilmek için hep didinmiş ama nafile. Ayşe hep mutlu olmuş.

Fakir kocasıyla tarlada ekin biçerken mutluluktan çocuklarını da yanından hiç ayırmayan Ayşe, Fatma’ya oynayamadıkları oyunun ne zaman oynanacağını da bir türlü soramamış. Sormak da istememiş. Sorsa ne olacak ki.

Aradan geçen onca yıl ne Ayşe’yi ne Fatma’yı değiştirmemiş. Yaşlılıklarında da.

Uzun yıllar sonra Ayşe ölmek üzeriyken yaşlı Fatma’yı yanına çağırtmış:

“ Ben senden sadece senin mutluluğunu istedim. Ama sen bana sadece mutsuzluk verdin. Neden?” diye sormak istemiş. Ama soramamış. Çünkü Fatma birkaç gün önce gözlerini kapadığından yanına gelememiş. Ayşe’ye Fatma’nın öldüğünü söyleyememişler. Üzülüp daha erken ölmesinden korkmuşlar:

“Fatma’nın çok işleri var. Gelmek istiyor ama belki yarın” diye oyalamışlar.

Ayşe son nefesini verirken:

“ Fatma arkadaşım. Güzeller güzelim. Keşke sen de benim gibi mutlu ölebilseydin. Geriye mutluluk ile hatırlanan taze bir gelin olarak hatırlanabilseydin. Bari öbür dünyada mutlu olabilesin. Tüm duam bunun için.” Diyerek gözlerini kapamış.

Bu mini mini büyüklere masal da burada bitmiş. Ama bitmeyen bir şeyi de hatırlatarak:

“ Gökyüzünün altında her şey eski…”

Sevgiyle kalın

Reyhan Gazel

     ANLAMAYANLARA NOTLAR   Biliyorum. Kimsenin kimseyi duymayı beceremediğini biliyorum. Niye, bilmiyorum. Bilmek bile istemediğimden...