22 Şubat 2011 Salı

Sultan

Tarihte pek çok farklı anlamda kullanılmış olan İslamî bir sıfattır. Sözcük olarak "güç", "otorite", "yönetici" anlamlarına gelir. Genelde bağımsızlığını ilan eden İslam hükümdarları tarafından kullanılmıştır.

İsmi Sultan olanlara ayrı bir anlam yüklerim sözcük anlamı nedeniyle. Her insan isminin güzelliklerini de yaşama yansıtır mantığıyla.

Sultan’ı da bu duygularla tanıdım. İçindeki güzellikleri anlayabilmem için düşünsel mesaim başladığında aklım, “güç”, “otorite”, “yönetici” kelimelerinin Sultan’daki karşılığını bulmaya başlamıştı çoktan.

Sultan’ın Bendeki İlk Günü

Yemyeşil kırların her yanı sardığı, minicik güzel kuşların öttüğü bir köy değildi Sultan’ı ilk kez gördüğüm köy. Yeşilin tonlarını ancak kıyafetlerde bulduğumuz, güzelliklerin yeşilden de bağımsız olabildiğini anladığımız, gri tonların ağırlıkta olduğu bir köydü Sultan’ın Köyü.

Köyün ortasından dere de akmıyordu. Şırıl şırıl suların etrafında turlayan genç kızlar da yoktu. Kırsal bir alandı Sultan’ın köyü. İnsanların yüzlerini sadece bir düğünde gülerken gördüm o köyde. Genelde gergin, huzursuz ve lafların bolca olduğu, eğitim düzeyinin oldukça aşağıda olduğu bir köydü Sultan’ın köyü.

Fakir bir köydü Sultan’ın köyü. Sadece hayvan besleyerek geçiniyordu köy halkı. Bazıları gündüz şehirde çalışarak ekmek getirebiliyordu evine. Durgun, yorgun, kurak bir köydü Sultan’ın köyü.

Sultan’ın köyünde devlete ait tek yapı bir okuldu. Zili olmayan, bahçesi bakımsız, lojmanı darmadağınık, farelerin çirit attığı bir köy okulu. Bu okulda yılların ihmali hemen göze çarpıyordu. Gelenler okulla ilgilenmeyince köy halkı da ilgilenmemişti. Biraz parası olan çocuğunu şehre gönderdiğinden kalan fakir çocukların aileleri de ancak karınlarını doyurma çabasında olduğunda köyün okulu terkedilmiş bir binayı andırıyordu.

Oysaki Sultan’ın köyünün okulunda can vardı, hayat vardı… Eğitim vardı. Ama ihmale uğramış bir eğitim ortamı…

Yine de o okul Sultan’ın en büyük düşüydü. O okuldan içeri girebilmeyi o kadar istemişti ki. Ama okula alınması, sınıfta arkadaşlarıyla birlikte oturması bile mümkün görülmemişti. Böyle bir şeyin varlığı bile insanı güldürüyordu. Sultan ve okul…

Sultan ve okul bir araya gelmeyen iki kavram gibiydi köy halkı için. İhmal edilmiş, yok sayılmış bir okulu Sultan’a ait görmemiş insanlardı köy halkı. Tüm çocukların bir şekilde eğitim görmesi gereken okulda eğitim görmesinin ihtimali bile güldürürken köy halkını, Sultan hep için için okuldan içeri girebilmeyi, ders görebilmeyi çok istiyordu.

Okula ilk gittiğim gün beni kapıda sadece Sultan karşıladı. Bana sıcacık bir “Merhaba” dediğinde gurbet ortamında psikolojik durgunluğum bir anda dağıldı. Kendime geldim bir anda. Çünkü “Sultan’ın merhabası” içimde tarifi kolay olan bir coşkuyu getirdi bir anda.

- Merhaba
- Merhaba
- Sen öğretmen misin?
- Evet, yeni geldim buraya.
- Biliyom. Ders yapacan mı?
- Elbette. Onun için buradayım.
- Beni de alacan mı?
- Elbette.
- Gerçek mi?
- Niye şaşırdın?
- (gülerek) seni öpeyim gel
- Öp
- Seni sevdim öğretmen
- Ben de seni
- Adım Sultan benim.
- Memnun oldum Sultan. Yoldan geldim. Bana çay demler misin?
- Gel ablama diyim. Hadi gel öğretmen, gel

Sultan bir anda ait olma hissini yaşatırken, mutluluğu, mutluluk çığlıkları halen kulağımda yankılanıyor. Kolumdan tutup beni evlerine götürdüğünde o kadar mutluydu ki.

Sultan zihinsel engelli bir genç kızdı. Hiç okula gitmemiş ama hep okulun kapısında okula gireceği günü beklemişti belli ki. Yeni öğretmenin okula geleceğini duyduğunda, her yeni öğretmende yaşadığı umudu yine yeşertmişti yüreğinde. Bu defa başarmıştı. Okula girebileceğini söyleyen bir öğretmen yanındaydı.

O öğretmeni öpebiliyordu. Evine de götürebilmişti. Herkese hava atarak hem de. Öğretmen, Sultan’ın evindeydi. Sultan için bundan büyük mutluluk olur mu?

Sultan’ı ilk gördüğümde içimi ısıtan güzelliği, yüreğinin temizliği, yaşamın içinde, tüm sıkıntılara rağmen içimi o kadar ısıtmıştı ki.

O gün Sultan’la arkadaş olduk. Yaşı yaşıma yakındı belli ki. İkimiz de yaşamın daha ortasına gelmeden bir araya gelebilmiştik. Genç bir öğretmen için böyle yürekli bir sevgi ne büyük nimettir; bilene.

Çaylar içilirken Sultan’ın ablası söylenmeye başladı.


- Bu Sultan var ya bu Sultan… Okulun kapısını bekçi gibi bekler. Evden kaçar gider hep. Neyse ki okuldan başka yere gitmedi hiç. Aslında bir kere derse alsalardı bu kadar inat etmezdi.
- Hiç okula gitmedi mi Sultan?
- Gitmedi. Almadılar. Annem, babam da ölünce benim başıma kaldı. Alıp başını gidiyor. Yoruldum peşinde koşturmaktan. Neyse okulun bir yerlerinden çıkıp geliyor.
- Okuma yazma öğrenebilir aslında Sultan. Niye almadılar ki okula?
- Almadılar işte. Ne bileyim. Biz de pek peşini koşturmadık. Biz de öğretmedik. Öyle yaşıyor işte.


Sultan’ın ablasının son sözü bir anda içimi dağladı. “ Öylesine yaşıyor işte” … Bahsettiği bir insan. Engelli olsa ne fark eder ki.

Evden ayrılırken Sultan’ın boynuma sarılması, yüzümü severek öpmesi halen içimi burkar. Yıllardır beklediği öğretmene kavuşmasının mutluluğu ile yaptığı gülümseme dolu mimiklerini herkesin görmesi gerekir diye düşünürüm hep.

Sultan ertesi gün için ders sözünü alınca beni bıraktı. Yoksa sanırım aylarca kolumdan tutarak beni evde hapsedebilirdi. O kadar inatçıydı okula girebilmek için. Sabah için sözleşerek ayrıldım evlerinden.

Acı var mı?

Yaşamdan bahsedip acıdan bahsetmemek olmaz. Yaşamın her anında üstelik. Her yerinde, her köyünde, her evinde, her mahallesinde, şehrinde…

Acıların bir insan gülümsemesiyle dağıldığını bilirim. Dağılabildiğini hep görürüm. Gördüm de. Sultan da gördüğüm gibi.

Sultan’ı yıllarca acıya boğan “derse girme” arzusu sadece bir “ evet” le dağılıp gitmişti. Bir “evet” için yıllarca kapıda beklemişti Sultan. Yaşıtlarıyla derse girmeyi başaramasa da sonunda başardığını biliyordu Sultan. Artık O’nun da bir dersi olacaktı. O’na gülen, evine gelen bir öğretmeni olmuştu. Sultan’ın yıllarca süren acısı bitmişti. İstediği tek şey, O’na acı veren tek şey sadece “Evet” ile bitmişti. Acının yerini mutluluk, bolca mutluluk almıştı Sultan’ın yaşamında.


Okulun İlk Günü

Okullar açılalı çok olmuştu. Ancak tayin okulun açıldığı gün olmadığından ancak ders başlayabilecekti sultan’ın okulunda. Tüm çocuklar mavi önlükleri ile kıpır kıpır okulun bahçesinde sıraya girerken Sultan da bir kenarda mutluluk çığlıkları içinde bekliyordu derse gireceği anı. Okula girmeden önce yaptığım konuşmayı çıt çıkarmadan dinleyen öğrenciler ve veliler hep birlikte İstiklal Marşını Sultan’ın da katkısıyla okuduğunda artık sınıfa girme zamanı gelmişti.

Ancak alışkanlıkları ile yaşamaya alışmış köy halkı için Sultan’ın derse girmesi sessizce ve şaşkınlıkla karşılanıyordu. Sultan ve okul… Bir araya gelmeyen iki kavram.

Sultan tüm bakışlara aldırmadan mutluluk çığlıkları atarken yavaş yavaş konuşmalar da başladı.

_ Öğretmen Hanım bu kız derse mi girecek?
_Evet.
_Nasıl?
_Sultan derse girecek. Hadi bakalım şimdi ders zamanı.

Herkes şaşkın şaşkın derse girme anını izlerken Sultan umursamadan gidip sınıfın en ön sırasına oturdu. O en ön sırayı kendine hak gördüğünden, yılların özlemini bedeniyle dile getirdi. Sultan hep en önde oturmayı hayal etmişti belli ki.
Yirmili yaşlarında olan ve gelişmiş bir bedeni bulunan Sultan’ın en önde oturması diğer çocuklar için haksızlık sayılacağından, Sultan’ı kenara çekip durumu anlattım. Boy farkından dolayı arkada oturmasını çok istediğimi anlattığımda hiç mutluluğu eksilmeden hemen arka sıraya geçti. Arkaya geçerken bile mutluydu Sultan. Sonuçta sınıfa girmeyi başarmıştı.

Ders başladığında tüm çocuklar önce şaşkın sonra rahat bir durum sergiledi. Aileler kapıda önce telaşlı beklerken sonra bir anda sessizliğe, herkesin kendi işine bakması gerektiği fikrine geri döndü.


Ders başladı. Rahatça. Herkes yapabileceği oranda işin içine girerek. Herkes bildiğini, bildiği şekilde rahatça gösterme şansını bularak. Sultan da her çocuk gibi önce heyecanlı sonra sessizce dinlemeye, öğrenmeye koyuldu.

Sınıfın düzenini bozan tek bir çocuk vardı. Tabi ki bu çocuk Sultan değildi. Beş yaşında okula gönderilen, birinci sınıfa kaydı yapılan güzel Gülsüm. Bana sürekli teyze diyerek çocukları güldürüyordu Gülsüm. Çünkü henüz erkendi onun için. Ama ailesi para kazanmak zorunda olduğu için Gülsüm’ü okula bırakmıştı. Kaydıyla birlikte. Gülsüm’ün tuvalet ihtiyacında yanıma gelip “ Teyze çişim geldi” deyişini halen hatırlarım. Götürdüm tabi.

Sultan sessizce dersi dinleyerek katıldı öncesinde. Sonraki derslerde biraz sesi çıkmaya, derse bildiği kadar katılmaya başladı.

Artık zamanı gelmişti günün sonunda. Sultan’a bireysel eğitim gerekiyordu. Ders çıkışları biraz daha mesai harcamam gerekiyordu. Beş sınıf, hatta Gülsüm ve Sultan’la 7 sınıf bir arada bulunduğundan fazla emek, fazla mesai kaçınılmazdı.

Ders çıkışında Sultan’ı yanıma çağırıp okuma yazma durumuyla ilgili değerlendirme yaptığımda o kadar mutluydu ki Sultan. Fazladan okulda kalması, özel ilgim Sultan’ı herkesten mutlu yapmıştı. Sonuçta ne işim vardı ki eğitimci olarak. İşim eğitmek… Her koşulda, herkese alabileceği kadar eğitim vermek. Bunun için para alıyordum. Paranın hakkını vermem kaçınılmazdı benim için. Üstelik insan olarak görevimdi.

Sonraki Aylar

Sınıf özellikle Türkçe dersinde çok başarılıydı. Sonuçta yaşamında köy görmemiş bir felsefe öğretmeninin elinden ancak bu kadarı geliyordu. Hem müdür, hem öğretmen hem hizmetli…

Okula zil takıldığında, ders bitiminde benim sınıfın dışına çıkıp kendi zilimi kendim çaldığımda öğrencilerin yüzü bekleyişteydi. Zil çalmadan kimse yerinden kalkmıyordu. Sultan da. Tüm kurallara uydu Sultan. Arkadaşlarıyla aynı şekilde ödevlerini yaptı, okumayı da öğrenmeye başladı. Yazmada sıkıntısı devam ederken, sınıf başkanı da olmayı başardı. Gülsüm “teyze” demeyi bıraktı. Yapabildiği kadar derslerini çalıştı. Herkes birbirine alıştı.

Sultan ders başlamadan sınıfın genel kontrollerini yaparak bana hep yardımcı oldu. Mutlu oldu. Yaşama karıştı. Öğrencilik hayallerine kavuştu. Veliler de Sultan’dan korkmayı bırakmıştı zaten. Sultan köyüne kavuştu. Köy halkıyla barıştı. Gerçek insan sevgisini, safça, dürüstçe herkese vermeye başladı. Sultan, Sultan gibi olmaya başladı.

Kolay değil. Sultan olmak. Sultan, “Güç”, “Otorite”, “Yöneticilik” demekti. Bunu Sultan biliyordu, sorun başkalarının bilmemesiydi. Başkaları da öğrendi. Sultan’ın köydeki havası, yürüyüşü değişti. Yaşamı düzene girdi. Ablasının dediği gibi “ öylesine yaşamayı” bıraktı.

Kader ağlarını örmüştü bir kere. Tayinim çıktı. Artık olmam gereken yerde, lisede olmam gerekiyordu. Daha iyi eğitim verebilecek öğretmenlerin köye gelmesi gerekiyordu. Öyle de oldu.

Sultan’a Vedam


Son günümde köyde vedalaşmam gerekenler çoktu. Herkes alışmıştı bu garip öğretmene. Her türlü hayvandan korkan, yaşamında köy görmemiş, gencecik bir kızla köyün vedalaşması gerekiyordu. Önceleri bir şeye benzetemedikleri genç öğretmen köyde “imece” başlatıp lojmanı normal faresiz bir ev haline getirtirmiş, kütüphane kazandırmıştı okula. Okulun bahçesini ektirmişti çocuklara, ailelere. Okul, ziline kavuşmuştu ilk kez. Okul, okul olmuştu. Aslında sadece köyün delikanlıları değil herkes sevmişti beni. Düğünlerin baş konuğu öğretmen hanım gidiyordu onlar için. Bir daha gelmeyeceğini iyi biliyorlardı. Öyle de oldu.

Gitme vakti geldiğinde bir anda buruk bir hava esti gökyüzünden. En çok Sultan üzülüyordu. Sultan’ın havası değişmeye başlamıştı çoktan. Rahatça öpebildiği, koluna girip köyde gezdirebildiği, kendisine okuma öğreten öğretmeni gidiyordu Sultan’ın. Acıları yüzünden okunan tüm insanlar gibi doyasıya acısını yaşamak istiyordu belli ki. Ağlayabilse rahatlayacaktı ama…

Otobüse binerken Sultan’ın otobüsün kapısının önünden ayrılmayışı gözümün önüne her gelişinde yine hüzünlenirim. Otobüs hareket ederken birbirimize tekrar kavuşup sarılmamız herkesi üzdü. Herkese Sultan’ı emanet ederken içim burkuldu yine. Sultan’ın derse girme sözünü alamadım öğretmen başlamadığından. Okul kapanmamalıydı. Ama yapabileceğim bir şey yoktu. Mutluluk Sultan için kısa sürmüştü. Ama mutluluğu öğrenmişti bir kere. Bırakmazdı mutlaka. Allah Sultan’ı korur diye aslında bir tarafım rahattı. Allah’a bir kez daha emanet ettim Sultan’ı içimden. Ailesine de tembih ederek. Köy halkını da.

Bilemezdim tabi ki yıllar sonra Sultan’ı kendi oğlumda bulacağımı. Hiç aklıma gelmezdi o yıllarda. Şimdi benim Sultan’ım oğlum. Önce Allah’a sonra hepimize emanet yavrum. Yavrularımız.

Reyhan Gazel

     ANLAMAYANLARA NOTLAR   Biliyorum. Kimsenin kimseyi duymayı beceremediğini biliyorum. Niye, bilmiyorum. Bilmek bile istemediğimden...