17 Şubat 2011 Perşembe

İNSAN

Daha küçücük yaşımda sokakta bir dilenci görünce, yüreğim ılık ılık akardı. Ardından dünyamın kararması ve yemeden içmeden kesilmem de bundandı. Kimseler bilmezdi neden yemediğimi. Çevremin tüm çırpınışları da boşaydı böyle durumlarda. Aç otururdum. Mağdur insanın ruh halini daha iyi anlayabileceğimi, bu şekilde destek olduğumu düşünürdüm.

Yıllar geçtikçe mağdurun tanımı da, durumu da değişmeye başladı yüreğimde. Geçmişte sadece aç ve dilenen insan olarak düşündüğüm mağdur, yerini dilenmeyen, aç da olmayabilen insana bıraktı. Dilenenlerin, dilenmeyi iş olarak düşündüğünü gördüğümden… Gerçek mağdurun kimseden bir şey isteyemeyeceğini anlayabildiğimden… Sadece açlığın değil, bir çok olumsuzluğun mağdurluk olarak içeriklendirildiğinden…

Mağdur kimsenin mağdurluğunun, kültürel etkilerle de şekillendiğini görmek en büyük yıkımdı yüreğimde. Kültürü yaşam tarzı olarak düşündüğümden, insanların kendi yaşam tarzlarında olmayanlarla yaşamının etkilenmesi acımı katlarken… Duygusu tamamen yok sayılarak dışlananları görmek, büyüsem de yüreğimi küçücük bir çocuk gibi ağlattı.

Yolda yürürken görülen ekmek parçasının öpülerek, kenar bir yere sakince bırakılması gözlerimi yaşartırken, nimetin en büyüğü olarak düşündüğüm insanların tepilmesi, hor görülmesi daha çok ağlattı yüreğimi. Ekmeğini öpen, insanını tepenlere bir şey diyememek de.

Mağdurun acısını bir başına yaşamasını tercih edenlerin, mağdurlar adına söz sahibi olması dağladı geçti yüreğimi. ”Gözümün önünden çekil” ifadelerinin gözlerde okunması yaktı. Kendine ait olmayan yaşantıları yok saymayı düşünenlerin varlığı rahatsız etti.

Muhtaçlığı mağdurlukla beraber düşündüğümde, muhtaç olanların mağdur görüntüsünde olmasının beklenmesi üzdü. Mağdurun sadece sokakta dilenenler olmadığını anladığımdan beri…

Yaşamda farklı şekillerde ve içeriklerde mağdur durumuna düşmüş olan insanlar, yolda yürürken görülüp öpülerek kenara konulan ekmeğin de kendileri gibi nimet olduğunu biliyorlar. Ama ekmeğe gösterilen intizamın kendilerine gösterilememesini anlayamıyorlar. Anlayamazlar da.

Tüm bu yazılanlar, sosyal restorasyonun startını veren Sayın Başbakanımız ve tüm ülke yöneticilerimizin yapacakları için, yaşamın oldukça içinde yer alan gerçek zeminlerdir. Sosyal farklılıkların tümüne, fırsat eşitliğini gerçekleştirmeye yönelik atılacak adımlarda, toplumdaki bireysel ayrılıkların kabulüne yönelik olumlu bakış sağlayabilmek, olmazsa olmaz durumlardandır. Sosyal devletin gereği olarak, mağdur kapsamında düşünülen insanlara eşit desteklerin sağlanabilmesinin koşulları, her gün daha belirgin olarak karşımıza çıkmaktadır. Çıkmaya da devam edecektir.

Kendisini bilinen ya da bilinmeyen nedenlerle yaşamın dışında gören, hisseden, yaşamın özellikle dışına itilenler, gerçekleştirilmeye başlayan sosyal restorasyonun kendilerine kazandıracaklarını beklemektedir.


Sayın Başbakanımızın, sosyal restorasyonla ilgili atacağı adımlar, izleyeceği yollar, sistem kurmadaki hız ve kararlılık durumu önümüzdeki aylarda çokça tartışılacağa benziyor. İnsanla doğrudan ilgili olarak yapılanlara, yapılacaklara uzaktan, yakından ilgili herkesin konuşacağını bildiğimden… Ülke gündemimizin hep böyle oluştuğunu gördüğümden… Sayın Başbakanımızın hep söylediği gibi “ Önce İnsan” ilkesi yine ön plandadır.


Hatta bu satırları yazarken bile, engelli çocuğunu kucağında taşıyamadığı için tuvalete götüremeyen bir anne mutlaka vardır. Herkes gibi sokakta koşup oynamak için ayakkabıya ihtiyaç duyan ayakkabısız bir çocuk, evinin bir köşesinde umut gözlerle bekliyor, yakacak bir şeyi olmadığı için, yerde çocuğuna sarılıp ısıtmaya çalışan bir baba gizli gözyaşı döküyor olabilir. Bunlar, mağdurun ‘gerçek türküsü’ olarak kulaklarda çalınmaya devam ederken, sosyal restorasyona start veren Sayın Başbakanımızın işini zora sokacak engellemeleri anlamak mümkün değil. Yüreği yaralıların anlaması ise hiç mümkün değil.


REYHAN GAZEL

     ANLAMAYANLARA NOTLAR   Biliyorum. Kimsenin kimseyi duymayı beceremediğini biliyorum. Niye, bilmiyorum. Bilmek bile istemediğimden...