28 Temmuz 2013 Pazar

BİR


 

 

Her şey bir “hiç” penceresi açmışken hakikatin “kapı”sında, BİR bekler…”Sen” ilerlerken bekleyerek, “hiç” bildin; bakabilene…

 

 Durduğu yere bakmadan “dur”mak gibidir giderken beklemeyen… Aslında gelmeyen…  “Hiç”liğini bilmeyen…

 

Hakikatin derinliğini ve değişemezliğini bilmeyen neyler de, neylediğini bilmez; beklemediğinden…
 
 

 

Her şey “BİR”dir. “Bir” tek mabut… Ötesi olmayan, berisi de…

 

“De ki O’dur” “O’nun dengi yoktur”

 

Tevhid_i Şuhud deseydik kendi lügatimiz bilinmezdi de ondan yazdık… Belki “Bir”i tanımayan farkında olmadan tadar istedik… İyi ettik. Tuhaflıktan öte bir “dur”uşla kelimeleri kelimeler ile oynatıp akıldan önce yüreğe geçirmeyi denedik…

 

Dünyada ahireti görebilenlerin, gerçek muvaffik olmayanlardan paradigma ötesi bir farklılıkla ayrıldığını yazarken zorlanmadık. Bildik ki “insan” yürektir, “can” taşır emanet…

 

Vakti gelince en güzele teslim edeceği en güzel amelleri yüreğinde… “Bir” e sözle değil “kapı”da “dur”ararak ilerleyenlerin eylediği gibi.

 

Hem düşüncede hem sözde “Bir”… Ötesiz bir zamanda gökyüzüne inerken hissedilen yegâne iradeci… “O”

 

“O” “Bir”dir. Tevhid-i Rububiyet ile Tevhid-i Ülûhiyet bağlantısını yürekte yaşamadan “Hiç” ebilmek ne mümkün? “Hiç” eyleyebilir miyiz? Eylediğimiz “hiç” olur mu?

 

“Tek”den mabuda ulaştıran bir derin “yol”, kelimelerin toplamından akılda kalıp yüreğe geçen. Gökyüzünden bir nefes eşliğinden aldığı aşkla…

 

Yeter ki aşk olsun!

 

Aşk olmayınca “boş” yoksa evrende, bilen bilmeyene desin bir nefes gök/yerin “hiç”liğinde… İşte bunun adı “sen” olsun! Daha ne olsun!

 

“Bir” her şey olsun “sen” “hiç”ken!

 

Ötesizse sözlerin tümü, geriye son söz olsun; La İlahe illallah

 

Kalın Hayırla…

Reyhan Gazel

11 Temmuz 2013 Perşembe

Hiç Yolcusu Kitabımdan kısa kısa...


 
 

 

 

“Sen” yoksun “O” var! Her şey “O”nun! Aslında her şey “sen”de gizlice… “Yol”a gir ve bul! O “yol” “kapı”nın ardında… “Yol” içeriye akan bir “yol”…Camın ardından bakma, göremezsin

 

Söyletir derdi veren “O”, “ses”i duyan sana… “Hiç”likte buldum “O”nu… Kendimin, kendime ait olanların “hiç”liğinde…


 Reyhan Gazel

“Kendi”ne “hiç”liğin kadar baktın mı “hiç”

 

Gün akşam olmadan gelmezsen “kendi”ne, beyhudedir, akşamın sabahını görmeden gidersin toprağa…

 

 

Bul ki nerdesin? Bul ki, gökyüzüne inesin! İndiğin gökyüzünden “son”suza gidesin… De ki buldun! Kaybolmayasın…

 

Tut ipin ucunu, yürek sırrına ererek… Gökyüzüne inerek… Gökyüzünden savrulanları alabilerek… İnsanız işte!

 

“San”ki her şey diye bir şey varmış ve “hiç” değilmişiz gibi… İnsanız işte!

 

Dert dediğin nedir ki “can”!

 

Yaradan sevmiş de “hiç”liğini bilsin demiş

 

“Hiç”liğimden öte yazmam da bilmez okuyan. Öyle sığca bir “bak”mak değildir yazıların getirisi yüreğe.

 

Durduğun yer hakikat “kapı”sı değilse “boş”tur yansıyan… Nefes almak mıdır yaşamak?

 

Hakikat “kapı”sında “dur”mak yürekleri ilerletirken, beden “hiç” olmuşluğun huzurunda…

 

Bilmeyenler “kendi”nin içindeki “hiç” i parçaladı.

 

Her insan Yaradanın büyük lütfü olarak kendi kıymetini bazen, bazı bazı… Unutabiliyor. Yaşamın karmaşıklığı, yüreklerin yer yer yok sayılması… İnsana çok da “değer” verilmeyen ortamların çokluğu… İnsanı Yaradanın lütfu olarak algılattırmıyor. Olabilir. Lakin derdimiz tam da bu noktada ortaya çıkıyor: “HİÇ” mek aslında Yaradanın lütfu olarak sürekli gördürten bir anlayışı barındırıyor. Barındırmalı. Herkes bunu bilmeli… Bilmeli… Bilmeli… 

 

Bilmeli derken aslında kastımız fark “edebilmeli…”

 

Bir gün ya da bir an… Fark etmez. Zaman denen, kendimizdeki bölünmüşlüğü hissettiğimiz nokta… O noktadan başlayarak “Hiç” ersiniz, eğer yoksanız… 

 

İçli bir ses gibiydi “hiç”. Her zerreyi bir başka zerreyle değiştiren…

 

Dünyada ahireti görebilenlerin ansızın ürküten “yol” bilgisi…

 

İnsan dünyada birbirinin imtihanıydı “hiç”le… “Hiç”ebilenlerle aynı yol”da…

 

Sözün özü aslında hep vardı… Sadece “insan” hep “san”dı… “Hiç” bilmeden yaşadı…

 

Aslında “hiç” bilmeden “insan” olduğunu “san”dı…

 

Aslında “ol”madı!

 

 

Kimiz ki?

 

“İnsan” olmaya çalışmaktan öte…

 

“Kendini” bekleyen çok bekler. İnsanın “kendi” gelmez ki kendine!

 

Var” sın olsun!

 

“Var”lığın içinde “hep”, “hiç” olsun!

 

Bir “sen” “var”lığın içinde aslında. Ama “hep” “sen” yoksun… Daha ne olsun!

 

O “ses” ki nice sözlere bedel bir sükût içinde…

1 Temmuz 2013 Pazartesi

GÜLÜMSEYİN...

Bir kuşun gözleriyle yaşamı görmenin güzelliğini bilenler, yaşamın insanı darda bırakacak güçte olmadığının da farkına varırlar. Geçmişin, boşa geçmişliğinin de üzüntüsüyle, yaşama karşı nasıl durulacağını bilmenin, geç de olsa yaşama katılışını keyifle izleyerek…



Sevgi dediğimiz şey, belki de yaşamı küçük bir kuşun gözleriyle görebilmenin hafifletilmiş tadını almaktır.

Bu öyle bir hafifliktir ki, yaşamın olanca ağırlığı karşısında küçük bir kuş yüreğiyle ama her şeyin üzerinde…

Bu öyle bir hafifliktir ki, küçük bir kuşa belki de imrenerek, onun gibi usulca yanaşarak, aniden kaçışı da anlatır, sıkça yapamayacağımız bir güzellikte…

Bu öyle bir hafifliktir ki, her şeye rağmen dimdik durabilmeyi, yüreğin içine koyduğu küçük ama derin bir hissi de yaşatarak…

Bu öyle bir hafifliktir ki, en ağır eşyayı bile kaldırırken, tüm ağırlığın yüreğin dışına verilmesini anlatır… Can acıtmadan…

Bu öyle bir hafifliktir ki, yürekli bir bakışın tüm sırlarını anlatan küçük bir kuştan öğrenilecek onca güzelliği söyletir… Rahatlatarak…

Bu öyle bir hafifliktir ki, tenimizin üzerine konan bir sinekten bile, yaşama dair epeyce bir nasihat verebilecek kadar derinlikleri anlatır… Doğaya âşık ederek…

Bu öyle bir hafifliktir ki, küçük bir kuşun kanatlarının kıpırtısını derinlerden yaşayarak, yaşama büyük bir rüzgârla savrulmasını getirir. Her yürekliye…

Bu öyle bir hafifliktir ki, küçük bir kuşun yaşamdan kaçışını değil, uzaktan yüreklice bakabilmenin tadını verir. Her kuş görene…

Bu öyle bir hafifliktir ki, bir kuşun gözlerinden bile, yaşamı yine yaşamın içinden bir bakışla sakince anlayabilmeyi getirir. Her bakışta…

Bu öyle bir hafifliktir ki, küçük bir kuşun gözleriyle görebildiği tüm yürekleri sevebilmeyi anlatır. Kendi yüreğinin dışındaki yürekleri de görerek…

Bu öyle bir hafifliktir ki, yaşama yukarıdan ama kapsayıcı bir olgunlukla katılabilmeyi sağlar. Her yüreksize inat…

Küçük bir kuşun gözlerinde yaşamı görebilmenin tadını alanlar bir daha mutsuz olmazlar. Küçük bir kuştan öğrendikleri yaşama bakışı hiç unutmazlar. Çünkü mutluluğu tadanlar bir daha mutsuzluğa meyil etmezler. Nasıl etsinler ki?

Yaşamın tüm genişliklerini küçük bir kuşun gözleri kıvamıyla görebilenler, tüm yaşamı keşfedebildiklerinden, yürekleri onca güzelliğin içinde ışıl ışıldır. Başka nasıl olsun ki?

Küçük bir kuşun gözlerini bile görebilenler yaşamı görebildiklerinden, her şeyin farkındadırlar. Bu fark etme durumunda, yüreklice ortaya çıkabildikleri an yüreksizleri de çağırırlar. Ama yüreklerini, küçük bir kuşun gözlerinin içine hapsedemeyecek kadar tanımayanlar, yüreklerinin ışıltısına da engel olurlar. Sahipsiz bırakırlar. Bir başına yaşamasını isterler. Oysaki tüm yürekler birbirine hasret gözlerle, kaçmadan, beklemeyi bilerek yaşamayı özlerler. Bu yaşama şeklini ararlar, bulduklarında mutlu da olurlar. Nasıl olmasınlar ki?

Sevgi denilen, küçük bir kuşun gözlerinde bulunan mıdır? O gözlerdeki ışıltıyı görebilmek midir? Işıltının arkasından bakabilmek midir? Başka olabilir mi?

Yaşamda küçük bir kuşun gözlerine hiç bakmayanların çoğunluğunu azaltmanın yolları… Bakabilene…

Reyhan Gazel

     ANLAMAYANLARA NOTLAR   Biliyorum. Kimsenin kimseyi duymayı beceremediğini biliyorum. Niye, bilmiyorum. Bilmek bile istemediğimden...