Çalınır da açılmaz mı ki demden gelen… Ya Hu
Her demde bulunan gözyaşı mıdır söyleten?
Demden gelen deme mi gider de bilmez bu yürek?
Yürekten bilmeyeni neyler bu demli yürek… Ya Hu
Her demden alırken hisli kalbi, vuku da bulabilir belki…
Dinle demden geleni, geldiğini bilmeyeni, belki de
söylenmeyeni…
Söylenmeyen dem, dem midir ki?
Dedik! Yazmaya karar
verdik…
-----
Yazmasaydık ölmezdik de bildik ki yazsak kalacaktı belki bir
kitaplık kenarında büzülü… Öylesine kenarsızca…
İşte o andır adama yazdıran, bu anı kovalayan gelecek olan
anların beklentisinde… Belki de kenarda durmayacak sözlerin bütünü; kim bilir?
İşte o demdir tüm yaşanmışlığın orta yerinde… Bitemezliği
anlatan kelimelerin toplamında akılda kalan hislerle. Yazan bilir yazılmaya da
bilineceğini…Lakin yazar, yazar! Nasıl yazmasın ki taşmış demlerin koyuluğunun
eşliğinde.
Bir dolu sızının demidir toplamı sözlerde…
O sızılara inat gülümseyen yürek! Gülümseten dem bilinci!
Gülebilen yüz derinliği!
İşte o andır yazdıran elleri, söyleten yürekleri… Yaşamın
her adımında bir demdir ardında kalan sözler… Bu sözlerdir demden gelen
yaşamda!
Her an dem yenilenirken, soğuk açık cümlelerden uzaktır
belki de dillendiren; kim bilir?
Yaşamı demin güzel tadında yaşayanlara atıfla her an yeni
bir ana gebe bir dem anlayışı derinlerden akan.
İşte o andır yürekli yapan; bilene!
Reyhan Gazel