Onca sıkıntının içinde bir o yana bir bu yana koştururken ne gözlerimizi görürüz
ne yüreklerimizi. Bir an gelir ellerimizi attığımızda ne yürek ne gözlerimiz
eski halindedir. Gözler ağlamaktan kıpkırmızı açsam mı açmasam mı diye kendini
zorlarken, yürek açılmanın ne olduğunu bile unutmuştur.
Avuç içine
sığacak kadar küçük şeylerle de mutlu mutlu yaşanabilir. Avucumuzu dolduramasa
bile, yüreğimizi dolduran nice güzellikleri yaşamda görebilmek, yaşamı daha iyi
anlayabilmek için yaşamın içinden bakabilmek gerekir. O zaman küçük şeylerin
anlamı yüreklere yönelir. Yüreklere yönelen ise, yürekten çıkanlara en güzel
zemindir.
Gözlerinin içinden süzülen dramın, bir dudak kıpırtısı ile
sözlere dökülmesi an meselesi. Dokunsan hem konuşup hem ağlayacak. Ağlayarak
konuşması “duyun, gözlerime inanmıyorsanız “ demek olmaz mı? Olur, elbette ama
duyana… İstediğimizi duyma yetimizi bildiğimden işe yarar mı? Emin
değilim
Sözüm; gözünün önünü göremeyenlere, gözlerinin önündeki koca
yaşamı yaşayamayanlara… Dar alanları bahane edip, “oynayacağım ama yerim dar”
diye yerinde oturanlara, yürekleri yerinden kalkmayanlara… Yerinden kalkan
yüreklerini başkalarının ellerine verenlere…
Zamanın bile her an
değiştiğini bilip de yaşamın önce insanda sonra tüm evrende olmadığını söylemek
şaşkınlıktır. Şaşkınca yaşamı izlemektir, müdahelesiz, katılımsız, sessizce…
İnsana uygun olmayan bir biçimde… Değişimi ‘öncelikle’ yaşayan bir varlık olan
insan olarak hem de…
Sev beni. Küçük bir kuşu ellerinin arasında sevdiğin
kadar… Yeni açan bir çiçeği koklamaya çalışır gibi… İnceden yağan yağmura
dokunmaya çalışırken döktüğün gözyaşına dokunurcasına…Hiç bitmeyecek bir
senfoniyi dinlerken aldığın hazzı yaşamaya devam eder gibi…Yaşamı yaşamın içinde
kucaklarken düşündüğün mutluluklar kadar büyük….
Yüreklerin solduğu
akşamın getirdiklerini, başka yüreklerdeki yansımasında yüreklice gördüğümüzde,
gidenin ardından ağlayamayız bile. Gözler açılsam mı açılmasam mı dercesine
kısık bakarken… Gözlerin görüp görmediği belli bile olmazken… Gözler bazen
yerinde fazlaymış gibi yerinde dururken… Ağlasak ne olur, ağlamasak ne
olur?
Bir şeyi başarabilmek için epeyce uğraşmak gerekir. Ter dökmek,
zaman zaman koşturmak, inmek, çıkmak, yorulmamak… Tıpkı gökkuşağının altından
geçmek istenirken verilen çaba gibi… Belki bir provadır, yaşamdaki isteklerimiz
gerçekleşebilmesini kolaylaştırmak için. Kim bilir?
“Güzel”
yüreklerdedir, görebilene… Yüreklerin temizliğidir anlayabilene… Temizlik,
ruhların saflığıdır hissedebilene… Saflık iyiliğe çıkar düşünene… Düşünen
“insan” a kıymet verendir yüreği sağlam olana…”Güzel” yüreği sağlam olandır,
bilene… Safça yaşamın içinde var olandır, temiz hislerle kendini kurgulayandır,
düşünebilendir yüreklice…
“Güzel” güzelliklerin tümünü yaşayandır.
Güzelliklere daha çok yakınlaşabilmek için didinendir. Oturmayan, koşandır,
yaşama yetişmek için. Yaşamı ardına alabilendir. “Güzel”, güzel güzel gülendir,
herkese
Yürek yok sayılarak yapılan tüm yargılamalar sadece görünene
çıkar. Gördüğün ise insana uzak, gerçeğe karşı, yaşama ait olmayan, “insanı”
yorandır.
Aşka ‘âşık’ olmaktan öte, âşık olunacaklara ‘âşık’ olmak,
aşkın kendisine değil, aşkı bulduklarımıza ‘âşık’ olabilmek beklenen bir bakış
olmalı, yaşamın arasından.
Sevgiden kopmuş insanlara hep acırım.
Yaşama tüm güzellikleriyle birlikte bakamadıklarından… Kızgınlığın bile yaşamın
içinde kızgınlıkla cevap verilemeyecek kadar anlamlı olabileceğini
anlayabildiğimden
Her şartta yürekleri mahkûm edebilmek zordur,
yüreğini kendi ellerinde tutanlar için. Yüreği dışarıdakiler zaten mahkûmdur,
bedenleri özgür olsa da…
Yüreklerin konuştuğu, dillerin anlamını
yitirdiği, değerlerin bildiğimiz gibi yaşanmadığı bir yaşam ne
ağır…
Yürekten gelen sevgi, yaşamın küçük evrenlerdeki beklenen karşılığı
olarak tüm yaşamın içinde önemli bir konumda yer alırken, tüm evreni de savaşsız
bir yaşama götürebilecek kadar anlamlıdır.
İnsanın en mutlu olduğu
anının, yüreklice ortaya çıktığı an olduğunu bilebilmek zor olmasa gerek.
Yürekten yapılan tüm yaşam işlerinin, kendimizi var edebilmeye bir adım
yaklaştırması mutlu etmez mi? Hem de çok mutlu… Yüreğimizin açığa çıkması bizi
yorsa da… Dışarıdaki yüreğimizin dış etkilere açıklığı bile canımızı
acıtamazken… Asıl canımızın yüreklerde olduğunu bildiğimizden…
Yürekten
yüreğe akanların karşısında kim durabilir ki! Söylenenlere kim hayır diyebilir
ki! Hiç görmedim, göreceğimi de sanmıyorum. Yaşamların ancak yürekten aktığını
bildiğimden…
Yürekten yüreğe bir yazı yazmayı istedim. Anlayana,
düşünene, okuyana, sevgiyi herkesin gözlerinde görebilene…
Unutulanların dışında unuttuklarım mutlaka vardır. Herkesin
unuttuklarının tümünü unutmasam da benim unuttuklarım olabilir. Yaşamın acı
veren yüzünden kaçan “yüreklerin” unutmaları daha çok acı verse de… Unutmam,
unutturmam… Kendi unuttuklarımı hatırlatana minnettar kalarak…
Benim
yüreğim küçücük bir kuşun kanatlarında uçup dağlara, tepelere, evlere hatta
evlerin içine ulaştığı gün gözlerimi kapatabilirim. Kuşlar kadar özgür, dağlar
kadar dimdik, ırmaklar kadar değişken, denizler kadar engin... Ya insanlar…
“İnsan” kadar derin… Yüreğim ancak kuşun kanatlarında savrulabilir tüm
yaşama.
Reyhan Gazel
30 Aralık 2012 Pazar
23 Aralık 2012 Pazar
En Güzelinden Bir Yazı
Bazen ansızın bir sızı dolar içime. O sızı ki sanki akmadan
giden zamanın derininden sızan bir küçük damlacık. Her bir kelimeye yüklenmiş
koca anlamlar gibi bir sözün de küçük yürekteki büyük bilgisi…
En güzelinden deyince sanki derdim en güzelinden olmuş
gibidir böyle anlarda, anlamda. Öyle ki veren Allaha şükürle
karışık bir sızı. Sızının getirdiği hüzün de yanında hediye.
Hüzünlü kalplerde en güzelinden yazı da bazen içi
karartırken bazen aydınlatır. Yaşam dedikleri bu olsa gerek.
Biliriz ki, kendi derdinden öte dertleri bilmeyenler hüzünlü
değil gergindir. Hüzün illa ki derdin oturmuşluğu ile birlikte dertlerin
bütününü dünyası bilenlerin işidir.
Her dert, adeta her acının sonucunda alınan bir sızıdır.
O sızı ki hüzne çıkan koca bir yolun ilk durağıdır.
Her dert durağında alırsın bir sızı daha, ilerlerken artık
hüzün seninledir.
Ne kadar mutlu olursan ol yine de hüzün oturdu mu gitmez
yürekten. Misafirliği nefesle beraberdir hüznün…
Çünkü hüzün bir duruştur. Karşıda yalan dünya, yürekte
hüzün… Nefes durana dek devam eden…
Sadece kendi derdiyle yananlar hüznü bilmez. Aslolan kendin
olunca hüzünsüzdür duruş. Ağırlık değil, gerginliktir duruşun özeti. Hep bir
başkasını gözleyerek geçen ömrün zor durağıdır her daim.
Kendi ışığını bilmeden başkasının ışıkları arasında kaybolan
yüreklerdir hüzünsüz yürekler.
Kaybolmuşluğun ötesindedir artık huzursuz duruş. Hüzünle barışık
olmayan duruş.
Bul bulabilirsen kaybolmuş yüreğini, kendinden ötesini
bilmeyenler!
18 Aralık 2012 Salı
RAYİHA
Yaşam olanca hızıyla gide dursun, biz kendi kendimizce yaşamaya devam edelim.
Rayihalarımızı çevremize salarak…Bir insan olarak katkımız da olur mu koca
yaşama demeden…Sanki herkes bizi izliyormuş, dediklerimizi, yaptıklarımızı
yapıyormuş gibi hissederek… Bir de bunu deneyelim mi?
Kuşların ötmeye devam ettiği, çiçeklerin “ben de varım” dercesine açmayı sürdürdüğü yaşamda, düşünen, üreten, aklı ve vicdanı yerinde olan “insan” ne yapamaz ki! Çiçeklerin daha güzel açabilmelerini sağlayamasa da, çiçeklerin en güzel kokularını hissederek yaşama daha hoş katılmaz mı? Hoş katılımıyla rayihalarını çiçekler gibi salamaz mı?
Tüm güzelliklerin barındığı yaşama, kendince güzelliklerini katarak daha da güzel kılan insan, yüzünde gülümsemeyi unutmadan yaşayabilse…Kin, nefret gibi gülümsemeyi unutturacak tüm olumsuz duygulardan arınabilse…Herkes daha mutlu olabilse… Temenniler gerçekte de olabilse…
Yolda yürürken insanların yüzüne bakınca, mutsuzluktan başka bir şey görmeyenlere sözüm var. Demek ki rayihalarınız yeterince dağılmamış…Tüm gülümseyebilenlerin suçu…İnsan olarak suçu…İnsanlık adına suçu…Biraz daha çalışmak gerekiyor belli ki.
Bir anda gerilen ortamların yarattığı sıkıntılı insan görüntüsü yayılırken, güzelliklerin yayılamaması üzüyor. Yayılmak bir tarafa görülememesi daha çok üzüyor.
Bir insan deyip geçmeyin. Bir insan küçük bir dünya demektir aynı zamanda. Kendi dünyasının kralı, kraliçesi…Kendi dünyasında mutsuz olanlara mutluluk veremeyenler, bir insanın gücünü hafife alanlardır; biline…Oysa ki, küçük bir dünya, bir küçük dünya daha, bir daha küçük dünya…koca bir dünyaya çıkmaz mı? Dünya küçük dünyalardan kurulmaz mı?
Koca koca konaklarda yaşamış, kendinden başkasının mutluluğunu, mutsuzluğunu görememiş olanlara sözüm yok. Sözüm olsa ne işe yarar ki! Ama mutsuzluğu görenlere sözüm var. Tüm sözlerim onlar için. Rayihalarını yaymaları için…Küçük dünyam ne işe yarar demeden…
Konuşmayın, delin karları, karların ortasındaki zorlukları, birer birer yok etmek için… Yüreklice yüreklerdeki güzellikleri, yüreksizlere de yayabilmek için. Yüreğinin içindekileri bilmeyenlere de yayabilmek için. Yüreklerin içinde yüreklice yer alabilmek için…Konuşarak değil, zorlukları aşarak…Zorlukları aştıkça güzelliklere daha güzelce ulaşabilmenin rahatlığıyla, olgunca… İnsan olmanın ağırlığı ile…
Yaşam herkese gülsün, yaşamı gören, göremeyen, görmek istemeyen, görse de görmüş sayılmayan…Mutluluğa hasret kalan, arayan, yüreğinin farkında olan, olamayan…
Reyhan Gazel
Kuşların ötmeye devam ettiği, çiçeklerin “ben de varım” dercesine açmayı sürdürdüğü yaşamda, düşünen, üreten, aklı ve vicdanı yerinde olan “insan” ne yapamaz ki! Çiçeklerin daha güzel açabilmelerini sağlayamasa da, çiçeklerin en güzel kokularını hissederek yaşama daha hoş katılmaz mı? Hoş katılımıyla rayihalarını çiçekler gibi salamaz mı?
Tüm güzelliklerin barındığı yaşama, kendince güzelliklerini katarak daha da güzel kılan insan, yüzünde gülümsemeyi unutmadan yaşayabilse…Kin, nefret gibi gülümsemeyi unutturacak tüm olumsuz duygulardan arınabilse…Herkes daha mutlu olabilse… Temenniler gerçekte de olabilse…
Yolda yürürken insanların yüzüne bakınca, mutsuzluktan başka bir şey görmeyenlere sözüm var. Demek ki rayihalarınız yeterince dağılmamış…Tüm gülümseyebilenlerin suçu…İnsan olarak suçu…İnsanlık adına suçu…Biraz daha çalışmak gerekiyor belli ki.
Bir anda gerilen ortamların yarattığı sıkıntılı insan görüntüsü yayılırken, güzelliklerin yayılamaması üzüyor. Yayılmak bir tarafa görülememesi daha çok üzüyor.
Bir insan deyip geçmeyin. Bir insan küçük bir dünya demektir aynı zamanda. Kendi dünyasının kralı, kraliçesi…Kendi dünyasında mutsuz olanlara mutluluk veremeyenler, bir insanın gücünü hafife alanlardır; biline…Oysa ki, küçük bir dünya, bir küçük dünya daha, bir daha küçük dünya…koca bir dünyaya çıkmaz mı? Dünya küçük dünyalardan kurulmaz mı?
Koca koca konaklarda yaşamış, kendinden başkasının mutluluğunu, mutsuzluğunu görememiş olanlara sözüm yok. Sözüm olsa ne işe yarar ki! Ama mutsuzluğu görenlere sözüm var. Tüm sözlerim onlar için. Rayihalarını yaymaları için…Küçük dünyam ne işe yarar demeden…
Konuşmayın, delin karları, karların ortasındaki zorlukları, birer birer yok etmek için… Yüreklice yüreklerdeki güzellikleri, yüreksizlere de yayabilmek için. Yüreğinin içindekileri bilmeyenlere de yayabilmek için. Yüreklerin içinde yüreklice yer alabilmek için…Konuşarak değil, zorlukları aşarak…Zorlukları aştıkça güzelliklere daha güzelce ulaşabilmenin rahatlığıyla, olgunca… İnsan olmanın ağırlığı ile…
Yaşam herkese gülsün, yaşamı gören, göremeyen, görmek istemeyen, görse de görmüş sayılmayan…Mutluluğa hasret kalan, arayan, yüreğinin farkında olan, olamayan…
Reyhan Gazel
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
ANLAMAYANLARA NOTLAR Biliyorum. Kimsenin kimseyi duymayı beceremediğini biliyorum. Niye, bilmiyorum. Bilmek bile istemediğimden...

-
Sevgili Dostlar, Dr. Cem Kınacı'yı otizimle bir şekilde ilgilenen hemen herkes tanıyor. Otizmin yaşamımızdan gitmesi için verdiği çaba i...
-
Yıllar, yıllar önce bir şarkı vardı; "Denizleri aşta gel kurbanın olam… Kurtar beni buralardan…" 20’li yaşların başlarında ve âş...
-
Gül Reyhan Gazel’in “Yaşam herkese gülsün” ilkesiyle ele aldığı “Yürek Felsefesi” adlı kitabı okurlarıyla buluştu ,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,, Yaz...