5 Nisan 2009 Pazar

Yürekten Akanlar







“Geldim de duymadılar” dercesine kaynarken bir anda soğumuş yüreği, kor olmuş ateşe dönerken eğildi. Eğildiği anılarının karşısında, silik ama yerli yerinde duranlarla yetinmeyi bilmesi gerektiğini iyi biliyordu. Başka ne yapabilirdi ki?

Kocaman olmuş her şeyle yıkılmadan didişebilmek az da olsa ayakta tutabiliyordu ama… Yetmiyordu, yetemiyordu. Ya içindekiler… Bilmiyordu düşünememeyi. Anlatamıyordu yıkılmış geçmiş günleri… Bir boşluk içinde yine de güçlü az da olsa atakta yüreği bir an bile kendinden geçebilmeyi, dönebilmeyi ne de çok isterdi. Yıllar yıllar öncesine… Ama geçmişti, geçiştirilmişti bir kere. Geride kalan hoş bir sedaydı geçiştirilenler.

Gün ağarmadan güne başlarken, geçmişin ezikliği içinde vaz geçilmez kıldıklarından birisiydi annesini düşünmek. Rahatlıyor ama silik anıların karşısında bir kez daha eziliyordu. Ne de çok olmuştu sıcak bir elden su içmek, saçlarının arasında dolaşan şefkati hissedip uykuya dalmak… Uyanırken sanki hiç uyumamış gibi arada geçen zamanı hoş saymak. Ayaklarının yere bastığı andan itibaren sığınacak güzel bir çift yürekle güne başlamak… Kaybedeceğini hiç bilememek…

Kimseler yokken yanında her zaman sadece sevgiyi verebilecek kadar koca anne yüreğinin yaşantısından gitmiş olması yalnız yüreğini daha da yalnızlaştırdı. Kimse annesi kadar sıcak bakmadığından o da kimselere bakamadı. Yüreği sıcak bir elin hasretini aradı, aradı, aradı… Bulamayacağını bile bile aradı. Kabul edemedi, aradı. Bulamadı. Şaşırdı bulamamasına bir hışımla tekrar aradı. Ama aradığı yer belki yüreğinden geçen silik bir kahvaltı anı, belki bir bayram sabahı… Silik anıların dışında elinde bir şeyin kalmadığını görmeyi hiç istemedi. Görmeyi istemeye istemeye yaşamaya devam etti.

Bir sabah kalktığında zamanın hoş geçmediğini iyiden iyiye anladı. Uykuya dalarken saçlarının arasında gezinen şefkati özlediğini fark etti. Nedenini bilemedi. İçindeki şefkati aradığı koşulsuz sevginin yerini kimselerin dolduramadığını bildiği için o dakka aramayı da bıraktı. Ama sabah uyandığında içinde hoşluk olmayan bir boşluğu nasıl dolduracağını hiç bilemedi. Koşulsuz sevginin içinden çıkıp yenilmemek için didişmesi gereken yaşama nasıl dik bakacaktı?

Kendisini küçük bir mezar taşının dibinde ağlarken bulduğunda rahatlamışçasına derin bir oh çekti. Ama küçük taşın dibinden ayrılırken yine boşluk, olmayan hoşluk kahretti. Bir an bile gözünden sakınmayan, kendisini hiçe sayarak her an şefkati hazır olan bir annenin yerini kim doldurabilirdi ki? Koşulsuz sevgiyi başka kim verebilirdi ki?

Geçmişin hesaplaşmalarının büyük olduğunu bildiğinden, koşulsuz yanındaki yüreğin içini acıttığı anları düşünmek bile istemiyordu. Ama düşünüp için için kahroluyordu. Her kahrolduğunda da şefkat elinin üzüldüğünü biliyordu. “ Benim için üzülmeyesin sakın. Sen üzülürsen ben daha çok üzülürüm. Bunu bilesin. Mutlu ol yavrum, yemeğini ye, uykunu al. Bak göreyim seni…” Bu sesler kulağının içinden değil, yüreğinin içinden geliyor, bir daha acı veren silik anıları düşünmemeye çalışıyordu.

Bu duygu içini kemirirken boş gelen yaşam savaşının içinde boş olmayan uğraşları birer birer veriyor, kendisini eskimiş, silikleşmiş şefkatle geçirdiği günlerin hasretinden uzak tutuyordu. Tutabildiği kadar…



Bir gün bir şiir yazmak geldi aklına. Yazdı da…

Bu şiir derinlerinden akan koca bir yürek şiiriydi. Kimselerle paylaşamadığı yalnızlığını haykırırcasına, ama kendine haykırırcasına koca yürekli bir şiir. Tıpkı annesinin yüreği gibi…



Annem


Sen gideli;
Hüzünlü
Öylesine
Yine de anılarınla mutlu
Güzelce dilimlenmiş bir ekmeğin parçası gibi tek başına


Kalabalıklar içinde şefkatsiz
Varlık içinde hoşnutsuz
Sıcacık ellerinin uzağında soğuk
Güzel yüzünün karşısında donuk

Bana niye sormadın giderken?
Niye, nereye gittiğini bile söylemeden
Gittiğin yerden “nasılsın” demeden
Kalakalmak, ötesi yok.

Boşluk, hiçlik, karanlık, yalnızlık
Tüm kötü duyguları verirken
“Artık kime sarılacağım” diyemeden,
Bir başına yaşayabilmek ne zor anne?

Günler günleri kovalarken
Derinlerimden ılık bir anı beni oyalarken
Sıcak yüreğini herkesten çok özlerken
Yine bir başıma, yine annesiz


Bir kez daha beni sevdiğini söyleyemeden
Oyalanırken yokluğun ne olduğunu sabahları sezerken
Kapımda acı acı çalan kornaları dinlerken
Yine de beklerken yaşamak nasıldır bilir misin?

Her toprakta seni görmek
Her çiçekte seni düşünmek
Her hıçkırıkta seni hissetmek
Her cümlemde seni aramak

“Yalnız değilsin” deme bana
Yanımda herkes var ama
Sen?
Ya sen?

Senin güler yüzün, solmayacak gibi bildiğim sözün, sıcacık çayın, kimsesiz kalsam da yanımda oluşun…
Yeter anne, gel. Gel. Gel. Kimsem olsa da gel, olmasa da gel. Yeter ki gel.


Reyhan GAZEL

     ANLAMAYANLARA NOTLAR   Biliyorum. Kimsenin kimseyi duymayı beceremediğini biliyorum. Niye, bilmiyorum. Bilmek bile istemediğimden...