30 Aralık 2012 Pazar

Yazılarım arasında kısa gezinti...

Onca sıkıntının içinde bir o yana bir bu yana koştururken ne gözlerimizi görürüz ne yüreklerimizi. Bir an gelir ellerimizi attığımızda ne yürek ne gözlerimiz eski halindedir. Gözler ağlamaktan kıpkırmızı açsam mı açmasam mı diye kendini zorlarken, yürek açılmanın ne olduğunu bile unutmuştur.

Avuç içine sığacak kadar küçük şeylerle de mutlu mutlu yaşanabilir. Avucumuzu dolduramasa bile, yüreğimizi dolduran nice güzellikleri yaşamda görebilmek, yaşamı daha iyi anlayabilmek için yaşamın içinden bakabilmek gerekir. O zaman küçük şeylerin anlamı yüreklere yönelir. Yüreklere yönelen ise, yürekten çıkanlara en güzel zemindir.

Gözlerinin içinden süzülen dramın, bir dudak kıpırtısı ile sözlere dökülmesi an meselesi. Dokunsan hem konuşup hem ağlayacak. Ağlayarak konuşması “duyun, gözlerime inanmıyorsanız “ demek olmaz mı? Olur, elbette ama duyana… İstediğimizi duyma yetimizi bildiğimden işe yarar mı? Emin değilim

Sözüm; gözünün önünü göremeyenlere, gözlerinin önündeki koca yaşamı yaşayamayanlara… Dar alanları bahane edip, “oynayacağım ama yerim dar” diye yerinde oturanlara, yürekleri yerinden kalkmayanlara… Yerinden kalkan yüreklerini başkalarının ellerine verenlere…

Zamanın bile her an değiştiğini bilip de yaşamın önce insanda sonra tüm evrende olmadığını söylemek şaşkınlıktır. Şaşkınca yaşamı izlemektir, müdahelesiz, katılımsız, sessizce… İnsana uygun olmayan bir biçimde… Değişimi ‘öncelikle’ yaşayan bir varlık olan insan olarak hem de…



Sev beni. Küçük bir kuşu ellerinin arasında sevdiğin kadar… Yeni açan bir çiçeği koklamaya çalışır gibi… İnceden yağan yağmura dokunmaya çalışırken döktüğün gözyaşına dokunurcasına…Hiç bitmeyecek bir senfoniyi dinlerken aldığın hazzı yaşamaya devam eder gibi…Yaşamı yaşamın içinde kucaklarken düşündüğün mutluluklar kadar büyük….


Yüreklerin solduğu akşamın getirdiklerini, başka yüreklerdeki yansımasında yüreklice gördüğümüzde, gidenin ardından ağlayamayız bile. Gözler açılsam mı açılmasam mı dercesine kısık bakarken… Gözlerin görüp görmediği belli bile olmazken… Gözler bazen yerinde fazlaymış gibi yerinde dururken… Ağlasak ne olur, ağlamasak ne olur?

Bir şeyi başarabilmek için epeyce uğraşmak gerekir. Ter dökmek, zaman zaman koşturmak, inmek, çıkmak, yorulmamak… Tıpkı gökkuşağının altından geçmek istenirken verilen çaba gibi… Belki bir provadır, yaşamdaki isteklerimiz gerçekleşebilmesini kolaylaştırmak için. Kim bilir?


“Güzel” yüreklerdedir, görebilene… Yüreklerin temizliğidir anlayabilene… Temizlik, ruhların saflığıdır hissedebilene… Saflık iyiliğe çıkar düşünene… Düşünen “insan” a kıymet verendir yüreği sağlam olana…”Güzel” yüreği sağlam olandır, bilene… Safça yaşamın içinde var olandır, temiz hislerle kendini kurgulayandır, düşünebilendir yüreklice…

“Güzel” güzelliklerin tümünü yaşayandır. Güzelliklere daha çok yakınlaşabilmek için didinendir. Oturmayan, koşandır, yaşama yetişmek için. Yaşamı ardına alabilendir. “Güzel”, güzel güzel gülendir, herkese


Yürek yok sayılarak yapılan tüm yargılamalar sadece görünene çıkar. Gördüğün ise insana uzak, gerçeğe karşı, yaşama ait olmayan, “insanı” yorandır.




Aşka ‘âşık’ olmaktan öte, âşık olunacaklara ‘âşık’ olmak, aşkın kendisine değil, aşkı bulduklarımıza ‘âşık’ olabilmek beklenen bir bakış olmalı, yaşamın arasından.



Sevgiden kopmuş insanlara hep acırım. Yaşama tüm güzellikleriyle birlikte bakamadıklarından… Kızgınlığın bile yaşamın içinde kızgınlıkla cevap verilemeyecek kadar anlamlı olabileceğini anlayabildiğimden


Her şartta yürekleri mahkûm edebilmek zordur, yüreğini kendi ellerinde tutanlar için. Yüreği dışarıdakiler zaten mahkûmdur, bedenleri özgür olsa da…

Yüreklerin konuştuğu, dillerin anlamını yitirdiği, değerlerin bildiğimiz gibi yaşanmadığı bir yaşam ne ağır…

Yürekten gelen sevgi, yaşamın küçük evrenlerdeki beklenen karşılığı olarak tüm yaşamın içinde önemli bir konumda yer alırken, tüm evreni de savaşsız bir yaşama götürebilecek kadar anlamlıdır.




İnsanın en mutlu olduğu anının, yüreklice ortaya çıktığı an olduğunu bilebilmek zor olmasa gerek. Yürekten yapılan tüm yaşam işlerinin, kendimizi var edebilmeye bir adım yaklaştırması mutlu etmez mi? Hem de çok mutlu… Yüreğimizin açığa çıkması bizi yorsa da… Dışarıdaki yüreğimizin dış etkilere açıklığı bile canımızı acıtamazken… Asıl canımızın yüreklerde olduğunu bildiğimizden…

Yürekten yüreğe akanların karşısında kim durabilir ki! Söylenenlere kim hayır diyebilir ki! Hiç görmedim, göreceğimi de sanmıyorum. Yaşamların ancak yürekten aktığını bildiğimden…

Yürekten yüreğe bir yazı yazmayı istedim. Anlayana, düşünene, okuyana, sevgiyi herkesin gözlerinde görebilene…


Unutulanların dışında unuttuklarım mutlaka vardır. Herkesin unuttuklarının tümünü unutmasam da benim unuttuklarım olabilir. Yaşamın acı veren yüzünden kaçan “yüreklerin” unutmaları daha çok acı verse de… Unutmam, unutturmam… Kendi unuttuklarımı hatırlatana minnettar kalarak…

Benim yüreğim küçücük bir kuşun kanatlarında uçup dağlara, tepelere, evlere hatta evlerin içine ulaştığı gün gözlerimi kapatabilirim. Kuşlar kadar özgür, dağlar kadar dimdik, ırmaklar kadar değişken, denizler kadar engin... Ya insanlar… “İnsan” kadar derin… Yüreğim ancak kuşun kanatlarında savrulabilir tüm yaşama.


Reyhan Gazel

23 Aralık 2012 Pazar

En Güzelinden Bir Yazı


 

 

Bazen ansızın bir sızı dolar içime. O sızı ki sanki akmadan giden zamanın derininden sızan bir küçük damlacık. Her bir kelimeye yüklenmiş koca anlamlar gibi bir sözün de küçük yürekteki büyük bilgisi…

 

En güzelinden deyince sanki derdim en güzelinden olmuş gibidir böyle anlarda, anlamda. Öyle ki veren Allaha şükürle karışık bir sızı. Sızının getirdiği hüzün de yanında hediye.

 

Hüzünlü kalplerde en güzelinden yazı da bazen içi karartırken bazen aydınlatır. Yaşam dedikleri bu olsa gerek.

 

Biliriz ki, kendi derdinden öte dertleri bilmeyenler hüzünlü değil gergindir. Hüzün illa ki derdin oturmuşluğu ile birlikte dertlerin bütününü dünyası bilenlerin işidir.

 

Her dert, adeta her acının sonucunda alınan bir sızıdır.

 

O sızı ki hüzne çıkan koca bir yolun ilk durağıdır.

 

Her dert durağında alırsın bir sızı daha, ilerlerken artık hüzün seninledir.

 

Ne kadar mutlu olursan ol yine de hüzün oturdu mu gitmez yürekten. Misafirliği nefesle beraberdir hüznün…

 

Çünkü hüzün bir duruştur. Karşıda yalan dünya, yürekte hüzün… Nefes durana dek devam eden…

 

Sadece kendi derdiyle yananlar hüznü bilmez. Aslolan kendin olunca hüzünsüzdür duruş. Ağırlık değil, gerginliktir duruşun özeti. Hep bir başkasını gözleyerek geçen ömrün zor durağıdır her daim.

 

Kendi ışığını bilmeden başkasının ışıkları arasında kaybolan yüreklerdir hüzünsüz yürekler.  

 

Kaybolmuşluğun ötesindedir artık huzursuz duruş. Hüzünle barışık olmayan duruş.

 

Bul bulabilirsen kaybolmuş yüreğini, kendinden ötesini bilmeyenler!

 

 
Reyhan Gazel

18 Aralık 2012 Salı

RAYİHA

Yaşam olanca hızıyla gide dursun, biz kendi kendimizce yaşamaya devam edelim. Rayihalarımızı çevremize salarak…Bir insan olarak katkımız da olur mu koca yaşama demeden…Sanki herkes bizi izliyormuş, dediklerimizi, yaptıklarımızı yapıyormuş gibi hissederek… Bir de bunu deneyelim mi?

Kuşların ötmeye devam ettiği, çiçeklerin “ben de varım” dercesine açmayı sürdürdüğü yaşamda, düşünen, üreten, aklı ve vicdanı yerinde olan “insan” ne yapamaz ki! Çiçeklerin daha güzel açabilmelerini sağlayamasa da, çiçeklerin en güzel kokularını hissederek yaşama daha hoş katılmaz mı? Hoş katılımıyla rayihalarını çiçekler gibi salamaz mı?

Tüm güzelliklerin barındığı yaşama, kendince güzelliklerini katarak daha da güzel kılan insan, yüzünde gülümsemeyi unutmadan yaşayabilse…Kin, nefret gibi gülümsemeyi unutturacak tüm olumsuz duygulardan arınabilse…Herkes daha mutlu olabilse… Temenniler gerçekte de olabilse…

Yolda yürürken insanların yüzüne bakınca, mutsuzluktan başka bir şey görmeyenlere sözüm var. Demek ki rayihalarınız yeterince dağılmamış…Tüm gülümseyebilenlerin suçu…İnsan olarak suçu…İnsanlık adına suçu…Biraz daha çalışmak gerekiyor belli ki.

Bir anda gerilen ortamların yarattığı sıkıntılı insan görüntüsü yayılırken, güzelliklerin yayılamaması üzüyor. Yayılmak bir tarafa görülememesi daha çok üzüyor.

Bir insan deyip geçmeyin. Bir insan küçük bir dünya demektir aynı zamanda. Kendi dünyasının kralı, kraliçesi…Kendi dünyasında mutsuz olanlara mutluluk veremeyenler, bir insanın gücünü hafife alanlardır; biline…Oysa ki, küçük bir dünya, bir küçük dünya daha, bir daha küçük dünya…koca bir dünyaya çıkmaz mı? Dünya küçük dünyalardan kurulmaz mı?

Koca koca konaklarda yaşamış, kendinden başkasının mutluluğunu, mutsuzluğunu görememiş olanlara sözüm yok. Sözüm olsa ne işe yarar ki! Ama mutsuzluğu görenlere sözüm var. Tüm sözlerim onlar için. Rayihalarını yaymaları için…Küçük dünyam ne işe yarar demeden…

Konuşmayın, delin karları, karların ortasındaki zorlukları, birer birer yok etmek için… Yüreklice yüreklerdeki güzellikleri, yüreksizlere de yayabilmek için. Yüreğinin içindekileri bilmeyenlere de yayabilmek için. Yüreklerin içinde yüreklice yer alabilmek için…Konuşarak değil, zorlukları aşarak…Zorlukları aştıkça güzelliklere daha güzelce ulaşabilmenin rahatlığıyla, olgunca… İnsan olmanın ağırlığı ile…

Yaşam herkese gülsün, yaşamı gören, göremeyen, görmek istemeyen, görse de görmüş sayılmayan…Mutluluğa hasret kalan, arayan, yüreğinin farkında olan, olamayan…

Reyhan Gazel

     ANLAMAYANLARA NOTLAR   Biliyorum. Kimsenin kimseyi duymayı beceremediğini biliyorum. Niye, bilmiyorum. Bilmek bile istemediğimden...