27 Aralık 2011 Salı

Gelincikler Solmasın




Sabahın ilk ışıklarıyla uyanan her yan, güzel bir çift göz karşısındaymış gibi umutla güne “selam” derken, hiç bitmemiş, bitemeyecek kadar sıcaklığı olan küçük bir gelincik ortada ama bir başına duraksıyordu. Bu duraksamanın yüzümüzde uyandırdığı geçici güzellik, kaba bir rüzgârın sessiz çığlığı ile yok olurken, insanın daha bir sevesi gelmesin mi? Sanki tüm yaşammış gibi ortada ama bir başına duran gelincik artık hiç gitmeyecek kadar dimdikti. Nereye gitsin ki?

Gidecek yeri olmayanlar iyi bilir. Ortada duraksamaktan başka hiçbir yerde ayakta kalamayacak olan gelincik, gitmek istese bile gittiği yerde yaşayamayacağını, ayakta ölmesini de hiç kimsenin göze alamayacağını iyi biliyordu. Gelincik ölmemeliydi.

Yer yan koşturanlarla doluyken ölmemeyi bile kendisine iş edinebilecek kadar zorda olan gelincik için, dimdik durabilmenin zorluğu bir yana, kenardan onu süzenlerin iç geçirmesi de işe yaramıyordu. Bir gün birisi mutlaka kaba bir rüzgâra esir edecekti. Bekliyordu.

Solmaması gereken tüm güzelliklerde olduğu gibi gelincikte de durum hep aynı kaldı. Hep bir başına ama duraksayan duruşu, gözlerin önünden olmasa bile yüreklerin ötesinde hep durdu. Duracaktı da. Nasıl durmasın ki?

Gözlerin önünde olmasa bile, yüreklerin ötesinde kalan gelincik zorda dururken, gözünün önünden ayırmayanlar için bilinmezliklerle dolu sıcaklığın içtenliği, her yanı sardı. Nasıl sarmasın ki?

“Gelincikler solmasın! Solarsa yürekler de solar” dercesine akan gözyaşlarına inat, kimseler gelinciğin kaba rüzgâra karşı durabilmesini sağlayamadı. Her bir kaba rüzgâr, derinlerden akıttığı esintiyi gelinciğin tam yüreğine kondururken, düşünmeden estirdi gitti. Nasıl düşünsün ki?

Gelincikler yok olmaya yüz tutarken, serin gelen bir günün ortasında, her yanı sıcak ama bir o kadar da kapsayıcı bütünlüğü ile kendinden emindi. Gelincik de kim?

Kim mi?

Gelincik yüreklerimizin içindeki sevgi... Belki de tüm yaşam, olmadı yaşamın orta yeri, yine olmadıysa daha ne diyelim?

Bir şey demeyelim. Ne denebilir ki?

Gelinciğin orta yerde kendinden emin ama sıcacık duruşunu sevgi olarak bilmeyenlere ne denebilir ki?

“Hiç.”
"Mutsuzluk aniden gelmez, onu hazırlayan nedenler vardır." (Balzac)

Reyhan Gazel

22 Aralık 2011 Perşembe

AĞIR YÜREKLER



Bugünlerde iç huzursuzlukla birlikte dış etkilerle daha bir ağır olduk. Öyle bir hale geldik ki, artık yüreklerimiz yerinden kalkamayacak kadar kilo aldı. Hantallaştı, içimize sığmıyor.

Gencecik bedenlerin, yüreklerin daha yaşamın kendi rengiyle tanışamadan yitip gitmesi, neden gittiğinin ifade edilememesi, geriye bıraktıkları… Gölgemizden korkar halde yaşamaya çalışmamız… Ne oluyor bile diyemeden ayakta kalmaya çabalamamız…

Bir haller oldu yine. Gökyüzü yeryüzüne yaklaştığında yaşanan acı tabloyu hissederek ayakta kalmanın yorgunluğu mudur nedir? Birilerinin küçük oyuncular üzerinde yaptıkları büyük tezgâhları bilerek ama “bilmeden” yaşamaya çalışmanın ağırlığı da ardında… Ağırız çok ağır.

Yüreklerin kendi hüznü bir tarafa bir de başka yüreklerin hüznünü yaşamaya çalışmanın ağırlığı bu. Bu öyle bir ağırlık ki, hiçbir şey yapamadan bakabilmenin bile ağır geldiği bir durum.

Kuşlar, böcekler, çiçekler derken belki de unuttuğumuz başka yaşamların ağırlığı çöktü yine. Hem de hepimizin üzerine. Hiç kalkmayacakmış gibi derinlerden… İtiyoruz gitmiyor, tıpkı kâbus dolu rüyaların diş gıcırdattıran gerilimi gibi.

Ölüm acıdır, herkes için acı. Kimsenin ölümü kimseyi sevindirmez. Bunu bilirim. Ama bazı ölümlerin acısını bile anlatamayız. Nedensiz, gerekçesiz… Ne kendimize ne yakınlarına.

Ağır yürekler daha da ağırlaşırken bir de yaşamın kendi içindeki rutin ağırlıklar bazen çekilmez gibi geliyor insana. Ama çekiliyor. Her başa gelen, her yaşanan, her yürek acısı çekiliyor.

Biraz üzülerek, biraz sevinerek, biraz ağırlaşarak, biraz hafifleyerek yine de yaşamak güzel. Ağır yüreklerle yaşamaya çalışmak yine de inatla ayakta kalabilmek güzel. Gencecik bedenlerin arkasından huzur duaları edebilmek güzel. Dua edebilmeye şükretmek daha da güzel.

Geriye kalan hüzünle birlikte acının getirdiği sıkıntı olsa da, daha da ağırlaşan yüreklerle hafiflemiş gibi çabalamak güzel. Her isimsiz kahramanın ardından dua ederek yaşayabilmek onların yüreklerine ölümden sonra bile konabilmenin tadını alabilmek güzel.
Reyhan Gazel

17 Aralık 2011 Cumartesi

Göğe Çıkan Yürek





Yeryüzüne hâkim bir tepeden, usulca göğe yükselen tüm yüreklerin içindeki derin acıları nasıl anlatabiliriz?

Yeryüzünü inceden süzerek kendisini yerçekimine karşı koyamadan üfleten, üflettiği anda da yok olmaya yüz tutan yürek, yeryüzünü kendi cennetine çevirirken ne de mutluydu kim bilir?

Mutlulukla yaşamı bir tutanlara küçük bir göz kırparak şimdi daha da mutluyum demesin de ne desin? En azından yeryüzünden uzakta. Geldiği yerde, gelmemek için direndiği, gelmeye istekli olduktan sonra da şaştığı yerde. Şaşarak alışmaya çalıştığı her mekânda. Biraz şaşkın, belki de üzgün, ama geldiği yeri bilerek… Yeryüzünü anlayarak geçirdiği anların tümünü, en derin noktadan hissederken, göğe çıkmamak ister mi? İstemez elbette. Mutluluğa hasret yeryüzünden çıkmak mutlu edecektir artık.

En azından yüreği özgürdür. Ayakları yeryüzüne bassa da.
Kuşlar gibi, küçücük ama rahat.
Her şeyin üzerinde ama en yakınında.
İstediği anda uçarken ayaklarının yerde olduğunu bilmek de güzel.
Bunu herkesin bilmesine gerek görmeden.
Nasılsa değişemeyeceklere ne dese yine her şey aynı. Niye desin ki?

Kendisini küçük bir kuşun kanatlarında hissedenlere dostluktu yazdıklarım.
Yalnızlığı paylaşan, kötü günü iyi yapan bir dostluk.

Daha ne olsun?

"Bazı kuşlar diğerlerinden daha yüksekten uçar." Friedrich Nietzsche

Reyhan Gazel

16 Aralık 2011 Cuma

Yeryüzü Dinle: Buradayım!



Gökyüzünden inerken huzursuz, korku dolu ve heyecanlı olanlar, iner inmez üzerlerine inen bir cesaret güdüsüyle yola koyulurlar. Yeryüzünü gökyüzü ile yakınlaştırabileceklerinden kuşku duymayarak… Gökyüzünden gelmiş olmanın doyumsuz sonsuzluğu ile işlerinin kolay olacağını sanırlar. Hadi canım.

Yola çıkarken yanlarında getirdikleri güzel duyguları henüz içlerine konmuş korku seliyle birleştirerek, başarılı olacaklarını bir an bile unutmazlar. Korkunun kattığı güçle, daha da hırsla yaşayabileceklerinden kuşku duymadan yaşayabilmenin tadını bildiklerinden, rahat davranırlar.

Yeryüzünün tüm kâhinlerine uzaktan bir bakış atarak, “buradayım” demeleri de bundandır. Ama garip bir şekilde heyecanlarının kaybolmaya başladığını anladıklarında, başlangıçtaki umutları serinlemeye başlar. Bu serinleme bildikleri bir serinleme de değildir. Anlayamadan, bilemeden gerçekleşen ve kontrol dışında oluşan cinsten bir serinleme. Sanki duygu seli yerini duygusuzluğun seline bırakmış gibidir. Neler oluyor?

Neler oluyor bile diyemeden yaşanan bir duygusuzluk seli, serinlemenin devamıyla birlikte gökyüzünü bile unutturmaya başlar. Artık, yeryüzünde başına bir haller gelenlerin, “dur” diyebilecek gerçeklere ulaşması gerekmektedir. Ama gerçek o kadar çoktur ki. İşin içinden çıkabilmesi için öncelikle gökyüzünü unutması şarttır. Yeryüzünde yaşayabilmesi için gökyüzünün bulunduğu yeri bile hatırlamayacak kadar uğraş vermesi önemli hale gelmiştir. Kendini de unutacak mı?

İner inmez duygu seliyle yaşamaya başlayan tüm yürekler, duygusuzluk seli karşısında ne oluyor bile diyemeden ardı ardına düşüncelere dalmaya başlar. Bu düşünceler yakasını bırakamayacak kadar önemlidir artık. Bir anda kendinden çıkmaya başlamasının bir nedenini bulma çabasına girişmiştir bir kere.

Kendinden çıkan, kendini tanıyamayan yürek, gökyüzünü arada bir hatırlamaya çalışsa da, önündeki “kendilik” sorununu aşamadığından, anlayamadığından zora girer. Bu zorluk duygusuzluk selinin yarattığını ve aniden yaşama girişini anlatan bir zorluktur.

Ne uyku kalır, ne düzen, ne de ‘kendi’. Kendinden çıkan herkesin yaşadığı gibi.
Alışması mı gerekir, alışmaması mı?
Yoksa yeniden çıkmayı denemesi mi?
Gökyüzünü unutan tüm yüreklerin karmaşası şeklinde beliren bu sorular, yüreği yiyip bitirirken, ortada bir süre sonra yenilmiş bir yürek ve nereye baktığı belli olmayan bir çift göz kalır.
Baktığı yerleri bilmediği 'kendi' için gören bir çift göz.

Gökyüzünden uzakta, yaşamın dışında yürek, gökyüzünü artık unutmaya başlamıştır. Nasıl unutmasın ki?

Hoşlandığınız şeyi elde etmeye bakın, yoksa elde ettiğinizden hoşlanmaya zorlanabilirsiniz" (Shaw)

Reyhan Gazel

14 Aralık 2011 Çarşamba

GÖKLERDEN BİR MELEK İNDİ




Sevdi. Bıkmadı yine sevdi. “Kötülükten, sevgisizlikten kimseye hayır gelmez” diyerek sevmeye, her nimete sahip çıkmaya yüreğinden söz verdi. Şükür etmeyi sadece sözle değil, şükür ettiklerini insanlığın hizmetine sunarak rahatladı. Bu öyle bir rahatlamaydı ki, yüzündeki ışıltı her geçen gün arttı. Göklerden bir anda yeryüzüne inmiş bir melek edasıyla, tebessümle, mutlulukla, huzur dolu yaşamını derinlerden bir bakışla herkese sundu.

“Tüm melekler gökyüzünden inebilir” düşüncesi, yaşamın yeryüzündeki acımasızlığını ilan etse de, yeryüzünde de yüreklerden inen melekler hep olmuştur. Evrenin sonsuzluğunu, yüreğindeki “insan” derinliği ile bütünleştirip, bütünleştirdiği küçük evrenini, tüm küçük evrenlerin hizmetine sunmak tüm meleklerin görevidir. Yeryüzündeki meleklerin… Yüreğinde melek iyiliği, niyeti taşıyanların… Güzel insanların… Huzur dolu yüzlerin…

Kuşların amansız bir huzur yarışı yaptığı gökyüzünde, yeryüzünde huzur yarışına pek de alışık olunmaması ne acıdır. İnsanlık adına büyük acı… Yeryüzünde, yüreğinde iyilikten başka bir şey taşımayanların varlığını bile bizlere unutturan büyük acı… Yeryüzünde yürekten melek olanların, tüm mağdur yüreklere katkısının büyüklüğünü bilerek, onları korumak, kollamak, daha büyük iyiliklere ulaşması için aracı olmak ne kadar önemlidir, bilir misiniz? Yeryüzünü biraz daha güzelleştirebilmek için çabalamanın, yüreklerdeki karşılığını anlayabilir misiniz?

Tüm yaşanmış acılara, sıkıntılara, kötülerin yüzünün gülmesine inat, yaşamı biraz daha derinlerden, yüreklerin içlerinden görebilmek, gökten inmiş bir melek edasıyla var olmaya çalışmak uzun yıllar çabalamayı gerektirir. Bu öyle bir çaba ki, karşılıksız, sadece yüreklerin zenginleşmesi için verilen bir çaba. Görünmeyen, görünemeyen ancak huzuru hissedilen bir çaba. Gece rahat uyku uyutan bir çaba…

Yaşam herkese, kendince bir şeyler sunarken, yüreklerin yok sayılmasını başarı olarak gösterirken, tüm bunların ötesinde, yüreklice yaşayabilmek kolay olmaz. Gerçek başarının yerinin farklılaştığı bir yaşam…

Farklılıklarla yaşamak, farklılıkları yaşamın kendisi kabul ederek, yaşamı derinlerden görebilmek, yürekleri yürekten konuşturabilmek zordur. Acıları yaşatanlar için… Acı verenler için… Farklılıkları göremeyenler için… İnsanı yüreklice düşünemeyenler için…

Gökten inen melek, insanı sever. İnsanı insan olduğu için sever. Mutlulukla sever, gülümser… En büyük nimetin yerini hiçbir şeye kaptırmadan üstelik… Saf bir sevginin beslendiği yüreği taşıyarak… Saflıkla, koşulsuz bir sevginin yerinin yeryüzünde tahtı olmadığını bilerek...

Tüm özel yavrularımıza...
Reyhan Gazel

5 Aralık 2011 Pazartesi


REYHAN GAZEL

İşaret Kuşlarım


Sevgiyle bakılan yaşamda, yürekli yaşanan yaşamda, yüreksizleri yok sayan anlayışta hep bir İŞARET KUŞUM devrededir.

Bu “İşaret Kuş”um bazen ağır aksak yürüyen bir gencecik delikanlı, bazen de konuşamayan güzel bir kız çocuğudur.

Kuşları oldum olası severim. Tüm yaşamın üzerinde “herkese selam” edercesine özgürlüğü anlatır bana. Bu özgür duruş hep cazip gelir. Nasıl gelmesin ki? Gökyüzünü yeryüzü yapan tüm duruşları içinde barındıran “İşaret Kuş” larım gibi… Yeryüzüne gökyüzünü indiren güzellerimdir tümü. Bana yaşama sevinci veren güzeller… Özgürce yaşamayı her an bekleyen umut gözleriyle bakarlar hep yüzüme. Bazıları bunu kolay başarırken bazıları ise hep zorlanırlar… Zorlansalar da karıncanın Kâbe’ye gitme hikâyesinde olduğu gibi özgürlük yolunca “ ölürüm” derler, herkese dedirtirler. Yavaş ama emin adımları herkese cazip gelir. Yeryüzünde gökyüzünü görebilen herkese…


“İşaret Kuş”larım, yaşamı bildikleri gibi yaşarlar. Bilmediklerini pek düşünmezler. Hatta çoğu zaman bilmek bile istemezler. Dönüp bakmazlar. İşareti gösterirken herkese, neyi gösterdiklerini görebilenlerle paylaşmaktan geri duramazlar.

Kuş gibi özgür, yaşamı güzellikleriyle herkese gösterme derdinde olan “İşaret Kuş” larımı hiç bilmeyenler de var. Görmeyenler, burunlarının dibinde bile olsalar anlayamayanlar… Yaşamında, yüreğinde “ İşaret Kuş”u olmayanlardır bu insanlar. Onlara ilişmeyin. Bırakın dursunlar kenarda.

Ama “işaret Kuş”u olmayanlar “işaret Kuş” larıyla ilgili fikir belirtiyorlarsa o zaman yandık. Zaten hep yanıyoruz. Allah “İşaret Kuş” larını korusun bu insanlardan.

“İşaret Kuş” unu görmeyenler…

Yaşamın içinde tüm güzellikleriyle herkese iyiliği, güzelliği, sevgiyi, dürüstlüğü, yalansız yaşamı, insanlığı, yürekliliği, temizliği, saflığı… Anlatan “İşaret Kuş” larımı bugüne kadar görmeyenlere, görüp de görmek istemeyenlere, hep gördüğü halde kafasını çevirip işaret edemeyenlerle uğraşmalarına hatta kendisini işaret edici zannedenlere çok kızgınım. İlişmeyin demem bundan. Zamanı gelince herkese ilişiriz ama “İşaret Kuş” larım işaret ettiği zamandır o zaman. Bırakın dursunlar.

“İşaret Kuş”larını hep görenler…

Yaşamda kendisi olarak yaşamaya çalışan, yaşamaya çalışırken de herkese işaret edecekleri güzellikleri seçip çıkaran ve bu güzellikleri hep gören herkese gösteren “İşaret Kuş” larımla her zaman birlikte olan insanlar da vardır. Bu insanlar gökyüzünü yeryüzüne indiren özgür bir yürekle yaşamayı seçmişlerdir. Bu seçim güzellerimin başarısıdır. Güzellerimi görenlerin seçimidir. Yeryüzünde gökyüzünü beklerden mutlu olmayı seçerken bir taraftan zorlukları da kabullenmişlerdir. Bu zorlukların mutlaka karşılığını alacaklarını bildiklerinden de rahatlardır her zaman.

“İşaret Kuş” larımı yok sayanlar

“İşaret Kuş” larımı yok sayanlar için yaşam boş ama hoştur. Geçici bir hoşluk… Hoşluk geçici olunca gelen boşluk da büyük olur. Bilene… Yeryüzünü, gökyüzüymüş gibi yaşayanlar gökyüzünü yeryüzüne indirmeye çalışmayanlardır aynı zamanda. Çünkü yok sayılan gökyüzünü hiç bilmezler. Varlığını, insana katkılarını, güzellikleri, derinlikleri… Yazık diyelim, onları da geçelim.


“Güzelin ettiği söz de güzel olur”

“İşaret Kuş” larım gökyüzünün güzelliklerini içinde barındırarak, güzeli en güzeli yeryüzüne indirirler. Hatta indirmekle kalmaz, gözümüze sokarlar ama gözü işarette olana…

“İşaret Kuş” larımı bilmeyenler, onların güzelliklerini de göremezler, görmeye çalışsalar da… Güzellik yürekle görülür, bunu bile bilmezler. Güzeli görüntüde arayanlara mutluluk gelir mi? İşaret edilebilir mi?

Peygamber Efendimiz (SAV) daha güzele ulaşmak için yanında “İşaret Kuşu” bulundurmadı mı? “İşaret Kuş”larıyla kendilerini daha güvende ve iyi hissetmedi mi? Bunu bile göremezler, yok sayarlar… Yürekleri de yok sayarlar. Peygamber Efendimize inat üstelik. Yazık ki ne yazık böyle insanlara.



Özürlülerimiz, özel insanlarımız, güzel yavrularımıza müjde;

Bir gün “İşaret Kuş” unu herkes öğrenecek. Herkes işaret edileni görecek, herkes tüm yüreklere sahip çıkacak. Belki ömürler yetmeyecek ama… Yine de rahat olun.


NOT: İşaret Kuşu ifadesi güzel insan İlke Öztan’a aittir. Bir gün herkes İlke”yi tanıyacak. O zaman işaret kuşundan tam olarak ne kastettiğim daha iyi anlaşılacak. Biraz daha sabır.

Sevgiyle kalın
REYHAN GAZEL- RAYİHA

     ANLAMAYANLARA NOTLAR   Biliyorum. Kimsenin kimseyi duymayı beceremediğini biliyorum. Niye, bilmiyorum. Bilmek bile istemediğimden...