17 Ocak 2011 Pazartesi

Sevgi Yüreğimde

Kaldırım şarkılarında bulurum hep yaşamı. Kaldırımın kenarında elinde müzik aletiyle, gözlerini kapatıp, kimseleri düşünmeden bir şeyler mırıldananlara imrenirim. Herkes kendi talaşındayken O, kendini buluyor, kendi içine dönüyor, kendini mutlu ediyor, üzerine de para kazanıyor. Daha ne olsun? O kişilerde farklı bir tat vardır; bilene… Ama bu işi sadece para kazanma sevgisiyle yapıyorsa onu bu yazının konusu yapmam. Yapamam. Derdim para değil.

Böyle insanlara o kadar az rastlanır ki. En son bir kaldırımda bir elinde saz bir elinde çayı olan birisinin gördüğümde bana yaşattığı sevgi için teşekkür bile edemedim. O kadar yürekten okuyordu ki, araya giremedim. Sonra yanaşınca gözlerinin görmediğini anladığımda, içim daha bir ezildi. Çünkü karşımda, kimselere kendisini acındırmadan, yüreğiyle yaşamaya çalışan, bir de üzerine para kazanan birisi vardı. Şarkı söylerken mutluluğu o kadar belliydi ki. Para verilmesi bile umurunda değildi. Sadece geçinmek için bu yolu seçmiş olamazdı. Toplasanız kaç para kazanabilir ki. Soramadık tabii.

İnsanın en mutlu olduğu an, yüreklice ortaya çıktığı an olduğundan, böyle yapılan işlerde sevginin olmaması mümkün olmaz. Mutluluğu sevme, insanlara yüreğini göstererek sevinme, sevindikten sonra mutlu olma, sevinmeyi sevme, kendisinin yapabildiğiyle görünme, yapabildiği işleri iyi yapabildiğini bilme, bunu sevme, sevdiğini sevme… Kısır döngü gibi görünse de, aslında gerçek bir akıl yürütme karşımızda. Neyi niye, yaptığını bilerek sevme… Sevdiğini bilerek bir iş yapma, bunun karşılığında sevilmeyi hak etme, sevildikten sonra sevildiğine sevinme, sevmeye sevme, sevgiye yüreklice ulaşabilme… Tüm bunların yaşamdaki karşılığı büyüktür; düşünebilene…

Sevgilerin yaşamda net karşılıkları olsa da, bulundukları yer, insanın kendi içindedir. Görünmeyen ama hissedilen, görünmekten daha çok katkı yapabilen bir yerde; yürektedir. Yürekte olmayan bir sevginin gerçek sevgi olmayacağını bilerek, yüreğine kuş misali özgürlük vererek sevgiyi bildirme, sevildiğini bildirme, bunları akıl süzgecinden geçirebilme… Ne güzeldir böyle yaşamak. Böyle yaşayabilmek…

Yürekten olmayan tüm işlerin yaşamda doğrudan görülememesi, sonuçlarının alınamaması, alındığı düşünülse bile, yaşamın diğer durumlarına olumlu transfer yapılamaması zor olsa gerek. Böyle yaşayabilmek hiç kolay olmasa gerek. Bilmem. Bilenleri tanımadığımdan…

Yüreklerde yaşanan gerçek sevgilerin, yüreklerin içinde oldukça yer kaplayan akıl süzgecinden rahatça geçebilmesinin istenmesi de bundandır. Belki de az olduğundan… Kim bilir?

Reyhan Gazel

Serin Bir Yudum

Havanın sıcaklığı yüreğimizin en derinlerinde bile hissedilirken, tüm organlarımız sıcaktan hararet yaparken, serin bir suyun kıymetini ne azaltabilir? Hiçbir şey. Soğuk değil, serin bir su… Tüm organları kendine getiren, hafifleten, yüreğimizi sade kıvama dönüştüren serin bir yudum…

Soğukluk ile serinlik arasındaki fark, yüreklilik ile yüreksizlik arasındaki fark gibidir; bilene… Soğutan değil, serinleten bir yaşam özleminin içimizde her an bulunduğunu bilerek, bulunması gerektiğini anlayarak, bulunmasını derinlerden isteyerek, hep bunu özleyerek yaşamak gibi.

Sıcaktan bunalan yürekler için kıymeti tarifsiz olan serin bir yudum, tüm yaşamı güzelliklere götürürken, beraberinde koca endamıyla tüm insanları da götürür. Bu endam, serin bir yudumun kıymetini bilenler, yürekten isteyenler için o kadar küçülür ki. Serinleten bir yudumla yaşamanın güzel olduğunu bilenlerdir bu insanlar. Bu koca endamlar…

Koca endamların içinde serin bir yudum ile küçücük kalan tüm insanlar, ellerindeki tüm koca işleri serin bir yudumla daha rahat bitirebileceklerini bilirler. Bilirler bilmesine de, serin bir yudum karşısında küçük kalmayı da pek istemezler. Öyle anlarda, kendilerini koca bir endam olarak tekrar yaşama ulaştırırlar. Ne de büyük bir hata yaparlar. Yanılgıyı anladıkları anda, ya iş işten geçmiştir ya da koca koca yaşamaya alışmışlardır. Ne yapsınlar? Yanılgıyı anlayanlar için, küçücük kalmak sonraları zor gelmez. Gelemez. Nasıl gelsin ki?

Yanılgıyı anlamayanlar için yaşam hep zordur, zor olacaktır, zorluk artacaktır. Nasıl kolay olsun ki? Serin bir yudumun kıymetini bilemeden, nasıl mutlu olunsun ki? Serin bir yuduma yenilmek yakışır mı? Yakışmaz diyenler, başka yazıya lütfen…

Sevgi koca yaşamın içinde serin bir yudum gibi baş köşemizde dururken, bunu küçümseyenlere sitemim var. Nasıl olmasın ki? Koca yaşamın tek yenildiği, küçüldüğü serin bir yudumu anlamayanların mutlu olma şansı var mı? Serin bir yudum karşısında, kendince dimdik duranların ayaklarının ağrımama şansı var mı? Olabilir mi? Serinleten yudumlamayı alamayanların organları bir süre sonra birbiri ile yakınlaşmaz mı? Bu yakınlaşmada, birbirlerinin işlevlerini yok etmezler mi? Evrene karşı durulur mu?

Ne kadar koca bir endam ile yaşarsak yaşayalım, bir yudum sevgi ile küçülmez miyiz? Bu küçülme, yüreğin küçülmesi olmazken, kendimizi yaşamda doğru yere koymak, kendimizde doğru olanı yaşayabilmek, olmaz mı? Her insanın serin bir yuduma ihtiyacı olmaz mı? Ne kadar koca olursa olsun, yaşam ne kadar koca olursa olsun…

Serin bir yuduma ihtiyaç duyulmaz mı? Duyulmazsa nasıl yaşanır, duyulursa, nasıl yaşanmaz? Bilinir mi? Bilinir elbette. Yaşamın içinde, sokaklarda, cinayet bürolarında, okullarda, evlerde, hastanelerde, yollarda, postanelerde, pastahanelerde, kafelerde, plajda, yerde, gökte…….. Her yerde, yaşamın olduğu her anda, her saniyede… Daha ne deyim?

Reyhan Gazel

Sevgi Dedikleri

Bir kuşun gözleriyle yaşamı görmenin güzelliğini bilenler, yaşamın insanı darda bırakacak güçte olmadığının da farkına varırlar. Geçmişin, boşa geçmişliğinin de üzüntüsüyle, yaşama karşı nasıl durulacağını bilmenin, geç de olsa yaşama katılışını keyifle izleyerek…

Sevgi dediğimiz şey, belki de yaşama küçük bir kuşun gözleriyle görebilmenin hafifletilmiş tadını almaktır.

Bu öyle bir hafifliktir ki, yaşamın olanca ağırlığı karşısında küçük bir kuş yüreğiyle ama her şeyin üzerinde…

Bu öyle bir hafifliktir ki, küçük bir kuşa belki de imrenerek, onun gibi usulca yanaşarak, aniden kaçışı da anlatır, sıkça yapamayacağımız bir güzellikte…

Bu öyle bir hafifliktir ki, her şeye rağmen dimdik durabilmeyi, yüreğin içine koyduğu küçük ama derin bir hissi de yaşatarak…

Bu öyle bir hafifliktir ki, en ağır eşyayı bile kaldırırken, tüm ağırlığın yüreğin dışına verilmesini anlatır… Can acıtmadan…

Bu öyle bir hafifliktir ki, yürekli bir bakışın tüm sırlarını anlatan küçük bir kuştan öğrenilecek onca güzelliği söyletir… Rahatlatarak…

Bu öyle bir hafifliktir ki, tenimizin üzerine konan bir sinekten bile, yaşama dair epeyce bir nasihat verebilecek kadar derinlikleri anlatır… Doğaya aşık ederek…

Bu öyle bir hafifliktir ki, küçük bir kuşun kanatlarının kıpırtısını derinlerden yaşayarak, yaşama büyük bir rüzgarla savrulmasını getirir. Her yürekliye…

Bu öyle bir hafifliktir ki, küçük bir kuşun yaşamdan kaçışını değil, uzaktan yüreklice bakabilmenin tadını verir. Her kuş görene…

Bu öyle bir hafifliktir ki, bir kuşun gözlerinden bile, yaşamı yine yaşamın içinden bir bakışla sakince anlayabilmeyi getirir. Her bakışta…

Bu öyle bir hafifliktir ki, küçük bir kuşun gözleriyle görebildiği tüm yürekleri sevebilmeyi anlatır. Kendi yüreğinin dışındaki yürekleri de görerek…

Bu öyle bir hafifliktir ki, yaşama yukarıdan ama kapsayıcı bir olgunlukla katılabilmeyi sağlar. Her yüreksize inat…

Küçük bir kuşun gözlerinde yaşamı görebilmenin tadını alanlar bir daha mutsuz olmazlar. Küçük bir kuştan öğrendikleri yaşama bakışı hiç unutmazlar. Çünkü mutluluğu tadanlar bir daha mutsuzluğa meyil etmezler. Nasıl etsinler ki?

Yaşamın tüm genişliklerini küçük bir kuşun gözleri kıvamıyla görebilenler, tüm yaşamı keşfedebildiklerinden, yürekleri onca güzelliğin içinde ışıl ışıldır. Başka nasıl olsun ki?

Küçük bir kuşun gözlerini bile görebilenler yaşamı görebildiklerinden, her şeyin farkındadırlar. Bu fark etme durumunda, yüreklice ortaya çıkabildikleri an yüreksizleri de çağırırlar. Ama yüreklerini, küçük bir kuşun gözlerinin içine hapsedemeyecek kadar tanımayanlar, yüreklerinin ışıltısına da engel olurlar. Sahipsiz bırakırlar. Bir başına yaşamasını isterler. Oysa ki, tüm yürekler birbirine hasret gözlerle, kaçmadan, beklemeyi bilerek yaşamayı özlerler. Bu yaşama şeklini ararlar, bulduklarında mutlu da olurlar. Nasıl olmasınlar ki?

Sevgi denilen, küçük bir kuşun gözlerinde bulunan mıdır? O gözlerdeki ışıltıyı görebilmek midir? Işıltının arkasından bakabilmek midir? Başka olabilir mi?

Yaşamda küçük bir kuşun gözlerine hiç bakmayanların çoğunluğunu azaltmanın yolları… Bakabilene…

Reyhan Gazel

12 Ocak 2011 Çarşamba

İKİ BEDENDE TEK RUH

Yüreklerin solduğu akşamı her akşam yaşayan anneleriz biz. Eşimin değimiyle “geceleri için için ağlayan anneler”

Tek başına kaldıklarında çoraplarını giyemeyen, suyunu içemeyen, karnını doyuramayan, kızgın yürekler karşısında durgun, yorgun, yürekli, içten, masum, günahsız çocukların anneleriyiz biz.

Bu çocuklar bir anda yaşamlarımıza girdiklerinde yaşamın acımasız yönünü henüz keşfetmemiştik. Geçmişte gördüğümüz acımasızlıkların basit kaldığı anları bu kadar kolay ve sık yaşayacağımızı da bilemezdik. Bilmediklerimizi yaşamak zorunda kalacağımızı hiç bilemezdik.

Bildik, öğrendik, gördük. Yaralandık, hüzünlendik, savrulduk, çoştuk, ağladık, güldük ama çocuklarımızın çoraplarını giydirirken muhtaç kalmışlıklarını yüreklerinde gördüğümüzde sadece için için ağladık. Açıktan bile ağlayamadık.

Biz günahları olmayan, olamayan insanların anneleriyiz. Günahın ne olduğunu bile anlatamayan anneleriz. Nasıl anlatalım ki?

Kötü insanların varlığını hiç anlatamadık. Anlatamayız da. Nasıl anlatalım ki?

Kötülüğü yaşadıklarında o anlık anlayan, içine dönen ve sadece gözyaşı döken çocuklara kötülüğü kavramsal olarak anlatmamız mümkün mü? Sadece o anki kötülüğü bilirler ve yaşama yine kendi baktıkları gibi bakmaya yani “kötü” olmadan bakmaya devam ederler. Bunu en iyi bizler biliriz.

Bizim çocuklarımız sadece iyi olanı iyi olduğu anda yani mutlu oldukları anda anlarlar. İyiliğin ne olduğunu bilmezler. İyi, bazen bir gülümseme, bazen hediye çikolata, bazen de sırt sıvazlamadır. Hemen mutlu olurlar. Hep o mutlu oldukları anı yaşamak isterler. İyiliği kavramsal olarak anlatamayız. Nasıl anlatalım ki?

Anı yaşarlar, anlık mutluluk ya da hüzün yaşarlar. Hiçbir yaşanmışlığın kavramsal devamlılığı yoktur. Anlık mutlu, anlık mutsuz. Küçük şeylerle mutlu, küçük şeylerle mutsuz…

Duyguları geçicidir. Ama bazen saplantı yaptıkları olur bizim çocuklarımızın. Bir insan üst üste 2 kere kötü ya da iyi olursa yani onların değimiyle mutlu eder ya da mutsuz ederse bunu hep saplantı halinde sayıklarlar. O insanların bulunduğu ortama girmek ya da girmemek isterler. Gece bile yapılanı sayıklayacak kadar saplanırlar. İyi kişinin adını, kötü kişinin adını hiç unutmazlar.

Yaşam hep uç noktalarda yaşanır. Ya iyi ya da kötüdür insan. Günlük yaşamın durağanlığı yoktur. Dinlenme yoktur. Hep hareket vardır. Yürüyemese de gözleriyle hareketlilik yaşarlar.

Onlar aslında birer masum yavrudur. Korumaya muhtaç, yaşamı bildiğimiz gibi yaşayamayan çocuklardır. Kaç yaşında olurlarla olsun anneleri için değişmez bir masumlukları vardır. Anneleri de masumu korumaya kendini adamış birer savaşçı. Yaşamın içinde, her şeyin ortasında korumacı bir savaşçı.

Reyhan Gazel

5 Ocak 2011 Çarşamba

Siz Hiç 24 Saatinizi Bir Özürlüyle Geçirdiniz mi?

Daha dün gibi kulağımda. 3 özürlü çocuğu olan bir anne dönemin Milli Eğitim Bakanına seslendi: “Siz hiç 24 saatinizi bir özürlüyle geçirdiniz mi? Biz her an onlarla birlikteyiz.” Tarih 19 Aralık 2002. SERÇEV ‘in kuruluş günü. 9 anneyle amatör ama bilinçli bir yaklaşım. Serebral Palsili Çocuklar Derneği.

Bugün Dernek büyüdü. Tanındı. Okul, oyun parkı yaptırdı. Daha bir çok büyük projenin içinde yer aldı. Dernek kurucularının her biri farklı iş alanlarında çalışmaya devam ederken bir taraftan da topluma Cerebral Palsy’i anlatmaya devam etti. Ama ilk gün 3 özürlü çocuğu olan annenin dönemin bakanına söylediği söz hiç unutulmadı. SİZ HİÇ 24 SAATİNİZİ BİR ÖZÜRLÜYLE GEÇİRDİNİZ Mİ? Dernekte kimler yoktu ki? Devlet sanatçıları, öğretmenler, iş adamları, gazeteciler… Tüm meslek gruplarının önemli şahsiyetleri bu annenin cümlesini hep, her yerde hatırlattı.

Bu annemizin sözü aslında devletin özürlülük politikasını belirlemek üzere söylenmişti. O dönemin bakanına söylerken aslında tüm dünyaya haykırılmıştı. Özürlüye rağmen özürlü için hayır…

Şimdi bu satırları okuyan herkes aşağıdaki sorulara cevap vermeli. Veremeyenler ise bir özürlüye ya da yakınına sormalı.

- Sokakta yürümeye çalışan ortopedik özürlü bir insan karşıdan gelen bir insanın bacaklarına bakışından nasıl etkilenir?
- Tekerlekli sandalyede yolda ilerlemeye çalışan özürlü bir delikanlı karşısından geçen güzel bir kızın kendisine hiç bakmadan geçmesi sonucunda hangi duyguları yaşar?
- Konuşamayan bir genç kız beğendiği bir erkeğe aşkını nasıl ifade eder?
- Zihinsel özürlü bir çocuğun annesi çocuğunun atipik hareketlerinden nasıl etkilenir?
- “Zavallı bir özürlü” ifadesi tüm özürlülerin yüreğinde nasıl bir yara açar?
- Ortopedik özürlü bir insan tek başınayken evinde tuvaletini nasıl yapabilir?
- Spastik bir gencin yanında “açlığını biliyor mu” şeklindeki bir ifade nasıl bir yıkım yaratır?
- Özürlü bir çocuğun annesi komşusu oğlunu askere gönderirken hangi duyguları yaşar?
- Özrüne rağmen yaşam başarısı gösterip üniversite eğitimini zor şartlarda bitiren bir genç iş başvurusu için gittiğinde “ sakat kadromuz dolu” ifadesi ile neler yaşar?
- Özürlü bir baba çocuklarına özrünü anlatırken hangi duygu içindedir?
- Özürlü bir genç kız evlenirken düğün salonunda istenmeyen bakışlarla nasıl baş edebilir?
- Özürlü bir çocuk karı koca ilişkisini nasıl etkiler?
- “Özürlülerin psikoloji bozuk olur”Yaklaşımı ne kadar doğrudur?
- Özürlü çocuğun annesi iş yerinden çocuğu için izin alırken söylenen olumsuz sözlerle nasıl baş edebilir?
- Âşık bir özürlü gencin sevdiği kız başkasıyla evlendirilirken hangi duyguları yaşar?
- Özürlü çocuğunu bırakacak yeri olmadığı için çalışamayan bir anne evinde her sabah neler yaşar?
- Özürlü çocuğunu rehabilitasyona götürmek için sürekli izin almak durumunda olan bir baba amirlerinin kötü sözleriyle nasıl baş edebilir?
- Zihinsel özürlü bir genç “ ne zaman evleneceğim” sözünü her söylediğinde annesi neler yaşar?
- Spastik bir genç postüründeki bozukluktam dolayı bir alışveriş merkezinde kendisinden korkanlara karşı ne demelidir?
- İşitme özürlü bir baba çocuklarını duymadığında neler yaşar?
- Görme özürlü bir kadın beğendiği erkeğin tipini hayalinde nasıl canlandırır?
- İki özürlü insanın evliliğine toplum nasıl bakar?
- Sadece kafası sıvazlanan özürlüler her kafa sıvazlama olayında hangi duyguyu yaşar?
- Sakat ifadesi tüm özürlülerin iç dünyasına nasıl yansır?
- Apartmanda özürlü bir insanın yaşadığını bile bile rampa yaptırmayanlara karşı o apartmandaki insan ne tür hisler besler?
- Annesi sürekli göz yaşı döken bir özürlü çocuk iç dünyasında neler yaşar?
- Babası ölen bir özürlü çocuk kime sığınır?
- Hor görülen bir özürlü çocuk güldüğünde aslında gerçekten gülüyor mudur?
- İbadet etmek isteyen özürlü birey camiye bile giremediğinde hangi duygu içindedir?
- Ortopedik özürlü bir anne çocuklarına yemek yapamadığında neler hisseder?
- Kardeşi özürlü olan bir abla neler yaşar?
- Spastik bir genç evlenebilir mi? Evlenirse neler yaşar?
- Bir özürlü birey vatandaş olarak oy kullanma hakkı engellendiğinde neler yaşar?
- Cebinde kuruşu olmayan bir özürlü genç canı çikolata almak istediğinde, alamadığında neler yaşar?
- Özürlü çocuk babalarının, eşlerine bakışları nasıldır?
- Herkesin özürlüler hakkında konuşma hakkı varken özürlülerin dinlenmemesi nelere yol açar?
- Görme özürlü bir insanın zihinsel özrünün de olduğu düşünülünce iç dünyası bu durumdan nasıl etkilenir?
- Özürlü bir gence bakmak zorunda olan bir kardeşi neler yaşar?
- Özürlü bir insan tuvaletini altına yaptığında kızanlara karşı hangi duyguları besler?
- Arkadaşı evlenen bir ortopedik özürlü genç neler yaşar?
- Zihinsel özürlü bir genç kızın ailesi hangi duygular içindedir?
- Özürlüler cinsel ihtiyaçlarını nasıl giderir?
- Tacize maruz kalan zihinsel özürlü genç kız bunun farkına varabilir mi? Karnı şiştiğinde bunu annesi, babası nasıl karşılar?
- Zihinsel özürlü kızların fırsatçı erkeklerden neler çektiklerini biliyor musunuz?
- Ortopedik özürlü bir genç kızın tacize uğradığında kaçamaması hangi duyguları yaşatır?
- Ağır özürlü bir insanın ailesi evine misafiri kolay kolay kabul edebilir mi?
- Hem parasızlık hem özürlülük nasıl bir sonuç doğurur?
- Özürlü insanların masraflarının fazlalığını kaç kişi biliyor?
- Fazla masrafların nerelere ait olduğunu özürlülerin dışında kaç kişi biliyor?
- Özürlü bir gencin arkadaş sayısı ne kadardır?
- Apartmanınızda hiç özürlü var mı?
- Akrabalarınızda hiç özürlü var mı?
- Birden fazla özürlü çocuğu olan ailelerin durumu nasıldır?
- Özürlü çocuğu olan bir tiyatrocu sanat çalışmalarını hangi ruh haletiyle sürdürür?
- Özürlü bir çocuk istenmediğinde hangi duyguları yaşar?
- Okula gidemeyen bir özürlü çocuk evde neler yaşar?
- Cihaz alamadığı için çocuğu yürüyemeyen bir baba neler yaşar?
- Kaliteli cihaz alamadığında neler yaşar?
- Köyde bir özürlüye ne derler?
- Özürlüleri yok sayanlara ne derler?
- Peygamber Efendimizin özürlülere bakışı nasıldır?
- ….
- …………………………
- …………………….
- ……………………………
- ………………….
- …………………………………………………………………..
- ………………………………………
- ……………….


24 saat vazsam bitmez. Bu konuda o kadar çok soru var ki aklımda! Bu soruların cevaplarını verebilmek için eğitimli olmaya, üniversite okumaya, zengin olmaya… Gerek yok. Sadece bir özürlüyle 24 saat geçirmek yeterlidir.

Şimdi tekrar soruyorum: SİZ HİÇ 24 SAATİNİZİ BİR ÖZÜRLÜYLE GEÇİRDİNİZ Mİ?

Reyhan Gazel

4 Ocak 2011 Salı

Yine Yeni Yeniden

Akşam oluyor, sabah oluyor, sonra yine akşam yine sabah… Yaşam akıyor. Aktıkça ardımızda bıraktıklarımız birer birer kazınıyor zihinlerle birlikte yüreklere. Yine akşam oldukça biliyoruz ki sabah geliyor, sabah geldikçe ardından akşam oluyor. Ardımızda bıraktıklarımızın iz düşümü yine zihinlerimizin ardında yine yüreklerimizin içinde… Yaşam dedikleri…


Her yeni güne yeni umutla/umutlarla başlar gibi olsak da aslında ardımızda bıraktıklarımızın kazınmış iz düşümleri kemiriyor. Kemirdikçe daha da artan enerjiyle birikiyor. Yaşam dedikleri…

Kimse ardını aslında ardında bırakmıyor, bırakamıyor. Bırakamaz da. Yaşam dedikleri…

Bilge Hocam de bırakmadı ardında hiçbir şey; Çünkü yazdı. Bedenini toprağa verdi ama düşündüklerini, yaşama ilişkin algısını ardında bırakmadı. Kendisiyle birlikte yaşamaya, yaşam dediklerine katkıda bulunmaya devam etti, ediyor da.


Çünkü yazarlar ölmez. Ardında bıraktıklarını peşine sürükler. Sürükletir. Etkili yazar, sürükleyen yazardır. Ardını, ardında bırakmadan yazdığı için üstelik. Ne güzeldir hiç ölmemek. Ölmüş gibi yaparak ardında bıraktıklarıyla yaşam dediklerine karışmak, ebedi olmak.

Genetik kodlamaların yaşamsal düzenekteki sürekliliği de cabası bu tezimizde aslında. Yazdıkça ölmeyen, ölemeyen, yazmasa da genetik olarak geçen bir durumun yaşamdaki yansımalarını hep görmek…

Mikrokozmosumuzu, makro düzeyde düşünüp yazabilmenin dayanılmaz keyfini tekrar hatırlamak daha da güzel.

Hiçbir şeyin ardımızda kalmayacağını düşünmek, düşünerek yaşama ilişkin kararları vermek, yaşamak, yaşayabilmek… Tüm mesele sanki burada. Bunu bilenler ve bilmeyenler arasında gidip gelen bir döngü içinde yaşam dedikleri…

Ağaçlar, kuşlar, böcekler… Ne fark eder ki tüm yaşamı bilerek yaşayabilmek, insanı insanda bularak düşünebilmek, mağduru mağdur olduğu için değil, önce insana ulaşabilmek için sevmek… Yaşamı sevmek, güzeli bilmek, görebilmek zor olmasa gerek.

Düşünmeyi sevmek, düşünebilmeyi istemek, düşünmeyi bilmek… Sanki diğer mesele de buymuş gibi. Ardımızı, ardımızda bıraktıklarımızı inatla insan olarak sevmek. Belki de en zoru bu.

Özet soru; ardımız, gerçekten ardımızda mı?

Reyhan Gazel

     ANLAMAYANLARA NOTLAR   Biliyorum. Kimsenin kimseyi duymayı beceremediğini biliyorum. Niye, bilmiyorum. Bilmek bile istemediğimden...