28 Eylül 2010 Salı

“Benim Babam da Padişah”

Farklılıklarla yaşamak insanı ürkütse de bazen keyifli olabiliyor. Her an yeni bir farklılık bizlerin en büyük gerçeği. Diğer gerçek olanların yanında hem de gesgerçek ... Hiç uzaklaşamayacağınız kadar gerçek. Bazen yüreğinizin en kapalı yerinde gizli de kalabilen bir gerçek. Kaçsanız nereye kadar… Bir insan, yüreğinin en kapalı yerinde gizli kalan bir şeyden ne kadar uzaklaşabilir ki.

Bazen yüreğimizin en açık yerinde yaşamın hemen kıyısında duran özürlülük, bazen gizlice yaşansa da hep, her zaman gerçektir. Açık ya da kapalı… Ne fark eder ki. Sonuçta özürlüsünüzdür. Çocuğunuzda da olsa kendinizde de… Yaşama karşı duruşunuzdaki farklılık her an yanınızdadır. Kimse çantayı bile bu kadar sıkıca taşıyamaz.

Ama zaman geçtikçe yürekteki farklılığa karşı baş gösteren direnç yerini sakinliğe ve sonrasında da farklılığa ilişkin keyifli anlara bırakır. Bizim evimizde yaşandığı gibi. Çoğu evde… İsyan hiç yaşanmaması gerekendir böyle durumlarda. Yoksa iş hep, çok daha zordur.


Biz, yaşamda isyan etmeden payına düşeni alabildiğimiz kadar alanlar olarak, mutluluk arayışında farklılıklara rağmen mutlu da kalabilmeyi becerenleriz. Keşke herkes bu kadar şanslı olsa. Mutluluğu yakalayabilme şansı herkese nasip olsa… Keşke…

Biz keşkelerle de vakit geçirmeyenleriz aynı zamanda. Her anı mutlulukla geçirme derdindeyiz. Olduğu kadar. Olmayınca tek laf etmeyiz. Yaşama, bizim dışımızda baş gösteren durumlara karşı ne denebilir ki? Kadere karşı konulur mu?

Sizin çocuğunuz farklı bir dünyada var olma savaşı verirken ne kadar kendi dünyanıza çekebilirsiniz ki? Deneyin. Ya da bizim gibi hiç denemeyin. Mutluluğa ulaşmayı deneyin. Her şeye rağmen. Kendinize rağmen.

Sizin çocuğunuz hiç müzede, sarayda padişah çocuklarının sünnet odasında zıpladı mı? Onlarca insanın kahkahaları, bağırtısı, koşturması, kameralar… Arasında… Dalga geçenlere inat “ benim babam da padişah” dedi mi? Bunları yaşarken sakin kalabilir misiniz? Mutluluk işte bu noktadadır. Tam buradadır. Hani “mutluluğun resmini gördün mü?” diyenlere inat resmi oluşturan kare oldunuz mu?

Sizin çocuğunuz hiç önüne geleni döverek yürüdü mü? Sokakta ayağa basmaca oynadı mı? Çocuğunuzla hiç dalga geçildi mi? Her an gözünüzün önünde.

İşte mutluluk her şeye rağmen olursa mutluluktur demem bundan. Farklılıklarla yaşamayı öğrenmek budur işte. Atipik durumlara bilinçli yaklaşmak ve dengeyle hareket etmek… Hatta bir de farklılıklara saygı duymayanları eğitme çabası… Bu daha zoru elbette. Ama oluyor. Yaşam insana her şeyi öğretiyor.


Sonra bir de bakıyorsunuz ki, her farklılığı normal karşılıyorsunuz. Yaşamsal olgunluk dediklerini yaşam tarzı yapmışsınızdır. Ne mutlu bize.

Reyhan Gazel ………..
Sıradan bir özürlü çocuk annesi

23 Eylül 2010 Perşembe

Bilge Karasu Hocadan Meraklısına ….

Ne kedisiz ne kitapsız yaşayabilen Bilge Karasu, gözümüzün önünden gitmiş olsa da, anılarıyla yüreklerde yerli yerinde. Kendisi de böyle isterdi.

Yıllar öncesinden aklımda kalanları, çala kalem tuttuğum notlarla pekiştirdiğim tümcelerle birleştirmeye çalıştım. İşte kendince yazı yazmaya çalışanlara Bilge Hoca’nın ilk dersi… Zor demeyin daha ilk dersi…

Meraklısına kolay gelsin.




Ölü dil hariç hiç bir dil olanaklarını tüketemez, dil olanaklar bütünüdür.

Dil sesli göstergeler dizgisidir. Çünkü insanlar önce konuşur sonra ya öğrenir ya öğrenmez.

İm denilen şey, gösterenle, bir gösterilen, bir imleyenle, bir imlenilen şeydir. İşitilen şey, imleyen, göz önüne gelen şey imlenendir. İmler tek başına yetmez, bir dizge oluşturması gerekir. Her im varlığıyla olduğu kadar yok ettikleriyle birlikte anlam kazanır.

Belli bir tümce, bir dilin gerektirdiği her şeyi içinde barındırır. Ama tümcenin yanına tümce gelmesi dilin sınırlarını aşar.

Anlamakta kullandığımız en sağlam ölçüt ‘ben’ dir. Ama iş ‘ben’ le bitmez. Anlam nerede başlar nerede biter buna bakmak gerekir.

Bir metin, inceleme konusu olan sözlerin tümüdür.

İletinin engellenmesi ancak ‘gürültü’ ile olur. Gürültü, iletiyi aksatan dış etkendir.

Dil bilgisi metinleri, dilin kurucu metinleri değil, dilin zaten taşıdığı kurallardır.

Dil bilim bir tümce ile sınırlıdır. Tümcenin bittiği yerde dil bilim biter. Buna karşılık im bilim, tümcelerin eklemlenmesi, anlamın eklemlenmesiyle uğraşır.

Her iletişimde düzgü önemlidir.

Taşırılık, iletilerin anlaşılabilmesine, kavranabilmesine yardım eder.

Hiç birimizin yan anlamı, diğerinin yan anlamıyla çakışmak zorunda değil. İkincil düzlemde anlamlar bile olabilir. Uylaşım içinde olan yan anlamlar da karşımıza çıkabilir. Anlamı kullanım belirler.

Felsefe bir üst dildir.

Her hangi bir üst dili kullanırken, belli bir takım terimlerin karışmamasında yarar vardır.

Örnek okur metnin gerektirdiği okurdur. Okurun metinle işbirliği gerekir. Kitapta yazılmayan bir çok şeyi okur doldurur. Bir anlatıda her şey söylenmez.

Metin delik deşiktir. Biz okur olarak delikleri yamıyoruz. Okur metinle birlikte yürür.

Anlam biricikliklerinin ortaklığına dayanarak metinde eğretileme yapılır.

Sanatsal metinler, anlamın en karmaşık olduğu yerdir.

Dünyayı nasıl kavradığımızı ancak anlatırken kavrarız.

İnsanlar genelde tembeldir, bildikleri şeyi okumak isterler.

Bir metne iyi, kötü diyebilmek için im bilim incelemesi gerekir. Metinler açık ya da kapalı diye ayrılamaz. Ortaya her ikisinin de değillemesi çıkabilir.

Bize bir şeyin varlığının haberini dil verir. Dilde var ki biliyoruz.

Gerçekliği kuran dil değildir, Dil, gerçekliği ortaya koyar. Dünyayı o dilin kavrama şekilleriyle görürüz.

Metnin dünyası, olası bir dünyadır, biz bu olası dünyayı, kendi yaşantımızdan yola çıkarak anlarız.



BİLGE HOCADAN….




“Öleceğimizi bilmeliydik. Bileti üç saat önce aldım.
Durmadan ölümler içinde ufalanır dururdum, öyle kaldım.
Her ölümden sonra daha yoksul, her ölümü daha doğumunda hazırlayarak,
sürükleme içinde, sürüklendiğimi bile bile,
ölümü en kısa gönenç içinde bile beklemek.
Dost ölümdedir. Bileti bir kaç saat önce aldım. Ama dünden beri aldığımı söylüyordum. Ölüm gerek bana. Varsınlar evlensinler. Ölümü ararım ben.
Ayrılık öncesi aksar her zaman. Boş boş bakılır gözlerin içine.
Sırıtılır, el sıkışılır, sigara içilir. Üst üste.
Aynı şeyi yapar dururuz, aynı hareketi, aynıyı yenilemektir elimizden gelen.
İki saat önce yabancılar karıştı aramıza, tren kalkıncaya değin ayrılmadılar. Onlar ayrılmadı, onlar kaldı ben gittim. Yabancıların yanında büsbütün yabancılaştık. Sırıtıldı, el sıkışıldı, sigara içildi. Tiksindim.

Ayrılmadık, ayırdılar. Hepsi sevinç içindeydi.
Kimse kimseyi kıskanmıyordu. Ben kıskandım.
Bahar havasında vagonların penceresi açılır. İçeriye ölüm esiyor.
Yenisi, yenilenecek olanı. Baharın mavisinde ölmeliyim.”

GECE



“Yoldakiler, lastik tabanlı ölüm yükünün altında çiğnenedursun, sokak ya da oda kapımızın önündekiler bizim hızımıza uydurabiliyorlar kendi hızlarını.."


"Nar kentinde bir incir buldum. Narı da inciri de, övmek isterim. Anam her kışın en karanlık noktasında, eve girerken bir nar atardı yere, bütün gücüyle; parçalanıp iyice dağılsın diye. Evin beti bereketi niyetine... Ardından hızla süpürüp silerdi ortalığı. Bir iki gün sonra, narın patladığı yerden çok uzakta incecik bir çıtırtı duyduğum olurdu ayağımın altında. Ne kadar dağılmışsa nar taneleri, o kadar iyiydi. Topladıktan sonra söylerdim anneme, sevinsin diye.."



"Sevi, iki kişinin bir araya gelerek tanıma, betiye sığmaz bir dünyanın yasalarını uydurup uygulamasıdır."



NARLA İNCİRE GAZEL




Reyhan GAZEL

     ANLAMAYANLARA NOTLAR   Biliyorum. Kimsenin kimseyi duymayı beceremediğini biliyorum. Niye, bilmiyorum. Bilmek bile istemediğimden...