29 Mart 2009 Pazar

Engelli Olmak






Sevgili dostlarım,

yine Arzu bizler için yüreğini ortaya koyup güzel bir yazıyı kaleme almış. Bana da her zamanki gibi sizlerle buluşturmak kalıyor.

Yürekten okuyun
---------------------------------------

Hani hep deyip de inanmadığımız bir söz vardır: “ Hepimiz potansiyel olarak engelliyiz. “ diye. İşte ben o sözün nasıl gerçekleştiğini sizlerle paylaşmak istiyorum. Genç, güzel, sevilen, başarılı olan benim bir anda, kazayla bile değil baş ağrısı sebebiyle değişen hayatımı çok kısaca anlatıp, sizlere hayatın gerçeklerinden bahsedeceğim. Bahsedeceğim ki hazırlıklı olun, bahsedeceğim ki etrafınızdaki engelli bireylerle empati kurun, bahsedeceğim ki mücadeleci olun ve asla yılmayın, bahsedeceğim ki bulunduğunuz durumdan şikayet etmeyin ve şükredin.

Ben birkaç gün süren baş ağrısının son gününde doktora gitmek için evden çıktığım o andan sonrayı ve o anı müteakip iki ayı hatırlamıyorum. Yoğun bakımdan çıktıktan sonra da dört beş ayı kah hatırlıyorum kah hatırlamıyorum ama başımı bile çeviremediğimi ve çektiğim o ızdırapları o kadar iyi hatırlıyorum ki. Hastanede kaldığım yirmi bir ayın sekiz ayında yatakta tedavi gördüm ama inanamadım, rüyada olmalıydım, konuşamıyordum, yemek yiyemiyordum, ben sapasağlamdım yok ben bu kabustan uyanacaktım. Ama uyanmadım o zaman anladım ki bu rüya değilmiş. Daha sonra durumumu kabullendim, bu kabullenişte zor olmadı fıtratım itibariyle. Düşünsenize o dalyan gibi, becerikli kız gitmiş yerine hareketsiz, konuşamayan ve asimetrik biri gelmişti. Güzelliğin g sinden eser kalmamıştı. Hiçbir zaman ne annem, ne babam, ne de etrafımdaki insanlar durumumdan dolayı benden utanmadılar ve her yere girip çıktım. Sadece bakışlardan rahatsız oldum, sanki uzaydan gelmiştim.

Bazen insanlar iletişimde bulunmaya çalışırken iletişime geçmek bir yana sorularıyla o kadar rahatsızlık veriyorlar ki. Zaten konuşurlarken, soru sorarlarken çoğunlukla ben muhatap alınmıyorum, benim yerime yanımdakine soruyorlar. Ve ben bunu hiç anlamış değilim. Yoksa beni adamdan mı saymıyorlar? Benim ağzım, dilim yok mu? Bazen bu duruma o kadar illet oluyordum ki anlatamam.


Zaman ah vah deyip üzülme değil, mücadele etme, kaybettiklerimi geri kazanmak için savaşma zamanıydı. Daha yirmi iki yaşındaydım fakat gerçeklerin de farkındaydım. İğneyle tünel kazmaya başladım ama bu yolda yalnız değildim Allah’ tan sonra iki yardımcım daha vardı annem ve babam yada babam ve annem. Annelerin çocuklarının hep yanında olması alışılmıştır ama babalar istisnadır, işte benim babam da o çok az olan istisnaların içindedir. Başarımda da büyük pay sahibidir.


Doktorların yaşamaz, yaşasa da yatakta kalır dedikleri iki kere öbür dünyaya gidip gelen ben yılmadan çalışarak yürüdüm normal olmasa da konuştum ve ağzımdan yemek yemeye başladım.


Büyük bir azimle, olumsuz bütün şartlara rağmen yarım kalan okulumu sınavdan sınava gidip soruların cevabını o az çıkan sesimle ve sorunlu nefesimle vererek bitirdim, avukat oldum ve yüksek lisans yapıyorum. Gerçi derslere gidebilseydim bile sağ kulağım duymuyordu, kalabalık başımı döndürüyordu ve o koskoca anfide hocanın anlattıklarını nasıl duyacaktım? Evet çok büyük bir mücadele verdim ve veriyorum. Engelli olmanın vermiş olduğu bütün sıkıntıları yaşıyorum. Beni tanımadan önce insanlar pek kaile almıyorlar çünkü ben engelliyim. Tanıdıktan sonra da çok şaşırıp takdir ediyorlar çünkü yine ben engelliyim. Hayret! Nasıl olmuş da başarılı olmuşum, beni tanımayan bazı aklı evvellere göre işte öylesine.


Ben sonradan engelli olmanın vermiş olduğu sıkıntılarla boğuşuyorum, iyileşeceğim inanıyorum ve biliyorum. Peki diğer engelliler? Neden onlara gereken önemi vermiyoruz, başarılı olmaları için yollarını açmıyoruz ve acıyarak vah vah diyerek bakıyoruz? Durun ben size cevabını vereyim. Çünkü bu konuda cahiliz. Okumuş olmak, iyi üniversiteler bitirmek bu konuda bilgi sahibi olup, empati kurmaya yetmez. Çok güzel bir atasözümüz var: “ Ağaç yaşken eğilir. “ diye. Hakikaten engelli bilincinin eğitimi çocukken verilmeli. Gerçi şu son senelerde insanlar yapılan programlar sayesinde daha bilinçlendi. Ama tıpkı bazı Avrupa ülkelerinde olduğu gibi ilkokulda bu eğitim verilse her şey daha güzel olacak.


Engellilere karşı tutumlarımız insan hakları evrensel beyannamesinde “ Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler, birbirlerine karşı kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar. “ ifadesiyle vücut bulur, bize düşen de hayata geçirmektir.


Ben körlük, sağırlık yada adı başka olan bir oyun oynamadım ama ne kadar zor bir oyun olduğunu tahmin edebiliyorum. Çünkü zihinsel engel hariç en ağırından hafife doğru engelleri yaşadım. Kör olmadım ama görme engelini de haddinden fazla çift görerek, dünyamı döndürecek şekilde yaşadım.


Tabi ki engellilerin sorunlarıyla ilgilenen, o sorunları kendine dert etmiş çok değerli kişiler var ama yeterli değil. Kendime şu soruları soruyorum: “İnsanların engellileri anlayabilmeleri ve empati kurmaları için acaba hayatlarının bir bölümünü engelli olarak geçirmeleri mi gerekiyor?“ Ya da illa yüreği yanan kişilerin mi engellilerin sorunlarıyla uğraşması gerekiyor?

Av. Arzu Besiri

14 Mart 2009 Cumartesi

Engel Nerede?







Bedende, görüntüde, elde, ayakta, dilde, kulakta… Ne fark eder ki. Yaşama ilişkin kendimizden kaynaklanan bir farklılıktır sonuçta. Bu farklılık öyle bir şeydir ki, neredeyse tüm ilişkilerimizi etkiler. Komşumuzla, arkadaşımızla, eşimizle, annemizle… Sürekli birilerinden yardım almak zorunluluğu ilişkilerin de seyrini değiştirir.

Oysa ki, her insan, bir başına yaşayabilmek ve istediği anda iletişime girebilmek ister. Yani kendisini küçük evreninde kendisi istediği gibi var etmek ister. İstediği algıları yaşantısına sokabilmek, istediği değerleri yaşayabilmek… Ancak, yaşama ilişkin sınırlanma durumu kendisinden kaynaklandığında bunu yaşayabilmesi zorlaşır.

Yaşamaya dönük sınırlılıklar ise tüm ilişkilerde önde olmak zorunda kalır. Ellerini kullanamayan bir birey, başkalarının ellerini az da olsa desteğinde görmek durumunda kalır. Yürek acısa da… Bu her birey için sıkıntılı bir durumu anlatır. “İnsan”ın bireyselliğine aykırıdır.

Kimse kimseye bağımlı yaşamaktan mutlu olmaz. Bu mutluluk vermez her şeyden önce. Ancak, bu sıkıntılı durum, ellerini kullanamayana ‘el verenlerce’ daha da zorlaşabilir. Bunu yaşamak zorunda kalmanın acısı öyle büyük olur ki.

Özellikle yaşamı daha iyi yaşamaya yönelik hakların talebinde yaşanan yürek acısı daha da büyür. Kırılgan yürekler daha da kırılır, zorlanır. Farklı yaşamak zorunda kalmaya kader denir de, buna kader denir mi? Denmez elbette. İnsan eliyle yapılan hiç bir şeye kader denmez.

Bu durumunda başlıktaki sorumuza tekrar dönelim: Engel nerede?

Yaşama bakışımızdaki kısıtlılıklar asıl engeli yaratır. Var olan engelle zaten zor olan bir yaşamı daha da zorlaştırır. Bunu yüreklerin anlaması, kabullenmesi zordur.

Engelle doğulabilir, engelli olunabilinir ama engel çıkaran bir yaşamda var olmak kolay değildir. Bu zorluğa rağmen yaşamaya çalışmak, üretebilmek ise kendi başına ayrı bir zorluktur. Ama aşılabilir. Daha dimdik durdukça, yaşama daha doğru adımlarla atıldıkça, üretebildikçe…


Yürekleri kendinde olan tüm engellilere selam olsun

5 Mart 2009 Perşembe

Direniş

Sevgili dostlarım,

yaşam bana o kadar güzel sürprizler yapıyor ki... Şimdi de beni Av. Arzu Besiri ile karşılaştırdı. Arzu yaşamı zorluklarla geçmiş ama yılmamış hep üretmiş bir genç kızımız. Halen önemli sağlık sorunları ile uğraşmakta. Ama yaşamda dimdik, iletişime açık ve yaşamda herkes kadar engelli...Bence fazlası var eksiği yok. Keşke herkes Arzu kadar engelli olup bu kadar engelsiz yaşayabilse...

Yazdıklarını okuyun göreceksiniz.

Seni seviyorum Arzu.

---------------------------------DİRENİŞ


“ Bir başınıza değilsiniz,
Sizden farklı olanlar var.
Ve başka çareniz yok,
Ya birlikte yaşamayı öğreneceksiniz,
Ya da birbirinizi tüketeceksiniz. “
Hrant Dink


DİRENİŞ


Sosyoloji düzenin nasıl işleyeceğini araştırır, nesnesi toplumsal davranış ve ilişkilerdir ve bunları açıklarken bazı kavramlara yer verir. Bu kavramlardan direniş toplumsal hareketlere potansiyel oluştururken, var olan stratejilerin de değiştirilebileceğini gösterir ve yapar.


Değişimi sağlayan faktörlerin başında insan, zaman ve mekan gelir ve direniş bu faktörlere bağlıdır. Direniş içinde değişimi barındıran bir sosyal gerçekliktir. Ayrıca bireyin konumunu da sorgular. Bir yandan farklı olma hakkına sahip çıkar ve bireyleri hakikaten birey yapan her şeyi vurgularken, öbür yandan bireyi parçalayan, başkalarıyla bağlarını koparan, cemaat yaşamını bölen, bireyi kendi üzerine kapanmaya zorlayan ve kısıtlayıcı bir biçimde kendi kimliğine bağlayan her şeye saldıran mücadeleler direnişi oluşturur. Bu mücadeleler tamamen “ birey “ den yana ya da “ birey “ e karşı olmayıp; daha çok , “ bireyselleşmenin yönetilmesi “ ne karşı yürütülen mücadelelerdir. Direnişin temel önemini başlangıçtan farklı biri haline gelmek oluşturur. Oyun ancak nasıl biteceği bilinmiyorsa zahmete değer. Bir toplum, bir iktidarın, sadece tek bir iktidarın uygulandığı üniter bir gövde değildir; bir toplum, gerçekte farklı ama yine de spesifiklerini muhafaza eden iktidarların yan yana gelmesi, ilişkisi, koordinasyonu ve hiyerarşisidir.

Dolayısıyla iktidar bölgeleri vardır. Toplum, farklı iktidarlardan bir takımadadır. Direniş, engellilerin direnişi bu farklı iktidar bölgelerinde gerçekleştirilir.
Engellilik modern toplumda göz ardı edilmeyecek kadar belirginleşen ve bu süreçte de hem kavramsallaştırılması hem de bir fenomen olarak kapsamı sürekli olarak genişleyen dinamik bir olgu olarak karşımızdadır. Engellilik fenomeninin dinamik yapısı modernite ile doğrudan ilintilidir. Tarihin hiçbir döneminde toplumlar bu kadar nüfus barındırmadığı gibi belki de hiçbir dönemde de günümüz kadar risk altında değildi. Toplumlar bu kadar nüfus barındırdığı için, direnişler bu kadar çok olmakta ve aynı zamanda da politik olmaktadır.


Belirli bir ereğe varmak için başvurulan araçların gösterilmesi stratejiyi oluşturur. Stratejinin kurgusu, adı, tanımladığı alan değişik olsa bile, bu kurgunun altında, gündelik hayatta insan topluluklarının başvurduğu yollar, pratikler ve taktikler aslında sadece yeni zamanlara uygulanır. Kurguda önemli olanının inanç olduğu düşünülürse, inançların değişimiyle beraber kurgularda değişerek gündelik hayata uygulanmaktadır ve gündelik hayatın sosyolojisi “ totality “ dir. Çünkü; var olan, mevcut tecrübeler ile kişisel tecrübelerin birlikte incelenmesi gündelik hayatın sosyolojisidir.

Kurguya karşı, gündelik hayatta direnişler gerçekleşir. Ağaç ve çiçekleri dışarıdan görürüz fakat toprağın altında göremediğimiz şeyler var. Orada humus var, bir hayat var. Bu gündelik hayata benzeyen bir şey; yukarıda olanlar aşağıyı da etkiler. Gündelik hayat içerisindeki kurgular ele geçirilip, değiştirilebiliyor. İnsanlık tarihinde ki değişimlerde böyle, alt yapı aynı kalmıyor. İşte engelli hareketleri de böyle. Sağlıklı bireylerin yani güçlü olanların ve onların dillerinin hakim olması engelli bireylerin direnişleriyle beraber değişmektedir. Engelli bireylerin verdikleri mücadelelerle artık yeni strateji bireyin sağlıklı veya engelli olmasına değil, birey olmasına bağlıdır.


Direnişe sebep olan isteklerin başında tanınma mücadelesi vardır. Vaktiyle yerine getirilememiş taleplerin yorumlanmasına ve kabul ettirilmesine ilişkin yürütülen kavgalar, yine kolektif aktörlerin yer aldığı ve onurlarının çiğnenmesine karşı çıkıldığı, meşru haklar uğruna verilen mücadelelerdir. Engelli hareketleri de bu meşru haklar için verilen mücadeleyi kapsar.


Engelliler direnişlerinde başarılı oluyorlar belki ama sosyal sorunlar üç aşağı beş yukarı aynı ve yeni biçimlerle devam ediyor. Konuyu açacak olursam, Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı Koordinatörlüğünde 7 Temmuz 2005 tarihinde kısa adı ile özürlüler kanunu çıktı. Bu kanunun gerekçesinde engelli bireylerin topluma eşit katılımının sağlanması, bağımsız yaşam becerilerinin kazandırılması ve eğitim ve rehabilitasyon hizmetlerinde eşit fırsatların sağlanmasının önemi belirtildi. Buna bağlı olarak çoğu yerde özel eğitim okulları ve tedavi merkezleri açılıyor, açılmakta fakat buralarda eğitmen eksikliği had safhada. Çünkü özel eğitim bölümü mezunu veren sadece beş üniversitemiz mevcut.
Engelliler orjinalitelerini, farklılıklarını keşfetmeye başladılar, değişim de buralardan gözlenebilir. Değişim, engellilerin kendi yapabileceklerini keşfetmelerine sebep olan yapabilme muktedirliğine sahip olduklarını fark etmeleri ve yapabileceklerini yapmaları için imkan veren dış dinamiklerin de oluşmasıyla başlamıştır. Kişisel deneyimlerin ve güçlü karakterlerin rolü direnişin gerçekleştirilmesi için önemlidir. Öznel deneyim biçimleri sorusallaştırmalar yoluyla oluşturulur, geliştirilir ve dönüştürülür.


Engelliler başarılarıyla nasıl olsa engelli başarılı olamaz yönündeki kurguları değiştirmişler ve toplum içinde hak ettikleri saygınlığa kavuşmuşlardır. Bu başarılı kişilere; görme engelli Anayasa hukuku doçenti Serap Yazıcı, milletvekili Lokman Ayva ve yine görme engelli ressam Eşref Armağan, işitme ve konuşma engelli oyuncu, yönetmen Levent Beşkardeş örnek olarak verilebilir. Engelli bireylerin sağlıklı diğer bireyler gibi sergiledikleri bu başarıları, kurguları değiştirirken stratejilerin ve taktiklerinde değişmesine sebep olmuştur. Koşulların yarattığı farklılıkları silmenin yolu doğal farklılıkları ortadan kaldırmak değil, insanların kimliklerini onaylamasından geçer. Başarılarını göstermek için engelliler farklılıklarını kabul etmeli ve kendilerinde ki eksiklikleri görmekten vazgeçmelidirler.


Türk Dil Kurumu sözlüğünde insandan iki eli olan, iki ayak üzerinde dolaşan, sözle anlaşılan, akıl ve düşünme yeteneği olan en gelişmiş canlı diye söz edilmesi engelli insanı tarif etmemekte dolayısıyla oluşturulan kurgu da başarılı olamamaktadır. Hatta bu engellileri tarif etmemekle beraber engelliler arasında bile ayrım yapmakta, bedensel ve zihinsel engellileri hesap etmemektedir. Artık bugün, engelliler bu insan tanımının homojenleştirici etkisine yeni taktiklerle cevap veriyorlar. Engellilere karşı devlet, toplum ve zihniyet yapısı farklılaşmıştır. Eski teoriye göre engelliler evde oturmalıdır zaten sağlıklı insanların da yaptıklarını yapamazlar.


Teori, gündelik hayattaki pratiklerden ve söylemlerden etkilenerek kendini yenileyebilir. Mesela okul genelde kafamızda sağlıklı insanların rahatlıkla gittiği bir yer iken artık onun içinde engelli olarak biz de yer alıyoruz. Okula da gideriz, toplum içinde farklı roller de üstleniriz. Kendimden örnek vermek istiyorum; çok zor hatta imkansız şartlar altında hukuk fakültesini bitirdim, avukat oldum, sağlığım için spor yapmaya devam ettim ve şu an yüksek lisans yapıyorum. Toplum içinde farklı roller üstlendim, yani direndim. Bu direniş sayesinde çoğu şeyi, hatta imkansız sayılacak şeyleri başardım. Gerçeklik algısını hikayemle değiştirdim. Kendi hikayemi yazarak engelliliğimi yönlendirdim ve kimsenin engelliliğinin aynı olmadığını göstererek, kendi gerçeğimi yarattım.
Burada inançların değişiminin etkisinden de söz etmek istiyorum. Ülkemizde bundan on, on beş yıl kadar önce engellilerin okula gidebileceğine hatta toplumda üst statüde roller üstleneceğine inanılmazken inanılanların değişimiyle beraber engellilerin toplumdaki statüleri de değişmiştir. Artık engelliler de her alanda varlar. Tıpkı baş örtülülerin çok değil bundan yirmi, yirmi beş yıl evvel okumayıp, evde oturacağına dair inanç gibi.


Bir şeye inandığımızda, aynı topluluğa üye olmuş, taraf olmuş oluyoruz. Önemli olan bu inancı şiddetle savunmak değil, onun bir parçası olmaktır. Örneğin ben engellilerin haklarını fazlasıyla savunmuyorum fakat hayatın içinde sağlıklı insanların yaptığı her şeyi yaparak kendi hikayemle inançları değiştiriyorum. Öyle ki hikayemle sadece engellilere direniş için güç vermekle kalmıyor, etrafımda ki sağlıklı insanlara da “ Ben yaptığıma göre sizde yapabilirsiniz yeter ki içinizde ki kuvveti ortaya çıkarın. “ mesajını veriyor ve hayatlarının değişmesine sebep oluyorum. Aklıma gelen bir örnek şu: benim daha hastaneden çıkar çıkmaz, hastalığımın üçüncü yılında hukuk fakültesini bitirmek için üstün bir gayretle sadece sınavlar için bile olsa okula gitmem ( derslere girmeme sağlığım müsaade etmiyordu ) ve o zorluklara rağmen ders çalışıp, başarılı olmam beni tanıyan bütün hocalarımı ve asistanları şaşırtmış; daha hukuk doktoru olamayanların doktor ünvanını almasına, diğerlerinin de kısa zaman dilimi içerisinde daha da yükselmesine sebep olmuştur. Hatta benimle konuşmak ve görüşmek, ne kadar çok zorlukla başa çıkarak mücadele ettiğimi dinlemek onları çok rahatlattı, teşvik etti ve daha fazla çalışmalarına neden oldu.
Modernliğin herkese teşmil edilebilecek, “ eşitlik ve aynılığa “ vurgu yapan evrenselciliği yerine “ farklılıklarımız “ daha çok dile getirilmeye başlandı. Bu dilde hem bir direniş var hem de farklılığın zenginlik olduğunu söyleyen yeni bir “ öz “ arayışı söz konusu. Bu yeni öz arayışı ve direnişler toplum içinde engelli bilincinin de oluşmasına sebep oldu.
Sağlıklı ve engelli insanların aralarındaki çatışmaların ötesinde temel değerler üzerinde anlaşmaları önemlidir. Bu değerler iki grubu da çok genel anlamda birbirlerini tanımaya götürecek olan insanlığın evrensel birlikteliğidir. İnsani figür basit bir figür değil, hem engellilerin hem de sağlıklı insanların oluşturduğu bir figür olmalıdır. Ve farklılıklar hayatı, hayatı paylaşmayı anlamlı kılar. Bu farklılık da içinde engelli ve engelli olmayan bireylerin sahip oldukları belli özelliklerle oluşur.
Sağlıklı bireylerin, engelli bireylere karşı tutumu; bilim, teknoloji ve uygarlığın gelişimiyle değişiklik göstermektedir. Bir dönem engelliyi öldürme, ıssız yerlere terk ederek ondan kurtulma yolları aranmıştır. Bu çoğunlukla engellilerin geçim ve korunma yönünden sağlıklı insanlara yük oldukları düşüncesinden kaynaklanıyordu. Bir dönem de engelliden kurtulmak yerine onları kötü işlerde çalıştırma yoluna gidilmiştir. Değirmenlerde su taşıyıcısılık, fahişelik, dilencilik gibi işlerde kullanılmışlardır. Tevhid dini ve bilimdeki gelişmeler sağlıklı insanların, engelliye karşı tutumunu da değiştirmiş, onların da insanca yaşama hakkı olduğu, olması gerektiği yaygınlaşmıştır. Fakat daha 20. yüzyılda Hitler’ in sağlıklı nesil oluşturma hayaline ters düşen engelli insanlar temerküz kamplarında hekimler tarafından kobay olarak kullanıldıktan sonra topluca fırınlarda yakılmışlardır. Bugün engellilerle birlikte yaşamanın mümkün olduğunu düşünen insanlar ve düşündüren koşullar mevcuttur. Ve bu hakların alınmasında direnişin rolü yadsınamaz. Bu direniş hem engellilerle hem de kendini başkalarıyla birlikte ele alan, başkalarının bireyselliğini de önemseyen sorumluluğa sahip kişilerce başarılmıştır. Sağlıklı olmanın bu direnişe katılmakta önemi yok, strateji herkesi kuşatıyor. Biz toplum içinde farklı pratikler yaşıyoruz. Yaşadığımız somut olaylar bizim direniş pratiklerimizi oluşturuyor. Örneğin daha iyi yaşam mücadelesi veriyoruz. Ortak bir takım talepler veya çıkarlar etrafında başka insanlarla bir araya geliyoruz. Engellilerin cemaatleri veya kültürel ilişkileri içinde bulundukları stratejiden bağımsız değil. İçinde olduğumuz strateji hegemonik ilişkileri, insanların uyumlulaştığı yerleri, toplumdaki güçlü grupların dayatmış olduğu normları, bu normlara karşı bireylerin, sınıfların, toplumsal aktörlerin vermiş oldukları cevapları içeren bir yerdir ve esas olarak kurgulanmış sınırlar içinde şekillenir. Kafamızda, tahayyülümüzde bir sınır oluşturur.
Türkiye’ deki engelli hareketlerinin niteliğini anlamak istediğimizde, söz konusu stratejiyi, yani Türkiye Cumhuriyeti’ nin sosyal politikalarını incelemek gerekiyor. Engelli hareketleri ya da bireylerin talepleri, çıkmazları ve sorunları, hepsi bu strateji içinde geçiyor. Stratejide şimdilerdeki bu değişim güçlü aktörlerin kolay ya da zorla kabul ettirdiği bileşenlere bağlıdır. Geçmişte de engelliler direndiler fakat başarılı olamayınca bu insanlar kendilerini başka türlü anlattılar. Engellilerin istekleri son bulmadı; başka ya da aynı insanlar da yeni bir dil vasıtasıyla vücut buldu. Engelliler önlerine çıkan engeller nedeniyle yönünü değiştirdi ama yollarına devam ettiler. İnsanlar içinde bulundukları stratejiye toplumsal olarak bir takım taktiklerle cevap vermeye devam ederler. Engelli hareketleri de geçirdiği dönüşümlerle birlikte, belirli bir dünya görüşü ve onunla bağlantılı stratejilerle dile getirilen direnişlere yol açmıştır. Bence sağlıklı bireylerin direnişlerinin sürekliliği olmadan engelli bireylerin direnişleri de hem oluşamaz hem de anlaşılamaz.


Engelli hareketleri bireylerin mutluluğunu ve engelli kültürünün oluşmasını sağlar, bunların yanında hakların kazanılmasına da öncülük eder. Kültür toplumsal aktörlerin idare ve kontrol etmeye çalıştıkları bir modeller ve kaynaklar bütünüdür. Kültürün yönelimi kolektif bir emekle, belirli bir topluluğun içinde bulunduğu hareket seviyesiyle belirlenir. Engelli kültürünün yapılanmasında zorlukları yenme gücü ve direniş hikayeleri önemlidir. Bu direniş hikayeleri ve tarihsellik düzeyi birlikte yaşam seyri teorisini oluşturur. Yaşam seyri teorisi birey ve çevresi arasında dinamik değişim ve etkileşim olduğunu varsayar. Kişilerin yaşam deneyimleri ve bunların etkilerini araştırmak üzere kurgulanan yaşam seyri teorisi, multidisipliner bir yaklaşımdır. Bir çok disiplinin gözlem ve deneylerini içerir fakat herhangi bir şeyin açık teorisi değildir. Ama insanların değişim ve gelişimi hakkında çalışma ve düşünmenin yoludur. Kısacası yaşam seyri teorisi içinde, içinde bulunduğumuz stratejide taktiklerin, bunun içinde yer alan engelli taktiklerinin değişik tezahürlerini barındırır.


Gündelik hayatta taktikler gelişirken stratejiler güçlerini kaybetti ve engellilerin içerisinde bulunan, saklanan duygular ortaya çıktı. Bu duygularla yapılan her çalışma, mücadele dışarıda ki mantıkların değişimine yardımcı oldu. Burada essentializmin özellikle stratejik essentializmin rolü büyüktür. Essentializm kişinin kendisini kabul ederek ona göre taktikler geliştirmesi olduğuna göre, engelliler de bu şekilde taktikler geliştirerek essentializmi daha doğrusu stratejik essentializmi uygulamışlardır.


Stratejik essentializm kişiye atfedilen kimliklere, kişinin stratejik olarak sahip çıkması ve içeriden mücadele etmesidir. Engelli hareketleri ve sonucunda yaşanan değişimler de böyle olmuştur. Engelli bireyler stratejik essentailizmi uygulayarak direnişlerini sürdürmüş ve stratejileri değiştirmişlerdir. Örneğin, engellilerle ilgili hakların savunulması toplumda engelli bilincinin oluşturulmasına ve üniversitelerin engelsiz olmasına dair projelerin geliştirilmesine ve uygulanmasına, asansörlü otobüslerin toplu taşıma da kullanılmasına neden olmuştur. Bence yaşam seyri teorisi stratejik essentializmin uygulanmasıyla gelişmiştir.




AV. ARZU BESİRİ
BİLGİ ÜNİVERSİTESİ İNSAN HAKLARI HUKUKU YÜKSEK LİSANS ÖĞRENCİSİ

     ANLAMAYANLARA NOTLAR   Biliyorum. Kimsenin kimseyi duymayı beceremediğini biliyorum. Niye, bilmiyorum. Bilmek bile istemediğimden...