26 Aralık 2008 Cuma

ROBOTİZM




Kültürü profesyonel yaşayabilmenin önemi, dillerde olmasa da yüreklerde bütün hızıyla yaşanırken, kamusal alandan yoksun kalanların, yok sayılanların ve güçsüzlerin, yaşamın içinde var olabilmesi için,duruşunu değiştirmemekte ısrar eden bireylerin sayısı oldukça fazladır.

Kültür endüstrisinin, beklenmediği kadar büyük hızla “değişim” adı altında yüreklere bir tutam soğuk su serperek sunduğu hazır kültür kalıplarında, evlere hatta evlerin içine kadar rahatlıkla girebilmesinin etkisi ve mağdurun tarif edilmesindeki rol, “aynılık” kavramı paralelinde modernlik olarak sunulmaktadır.

Oysa ki, parmaklarımızın izleri bile birbirinden farklıyken, “insan” olarak yaşamda var olma şeklimizin aynı olması beklenir mi? Yaşamımızın aynı olması olabilecek bir şey mi? Paradigmamızın, algılayış durumumuzun, beden durumumuzun… Bu liste uzar.
“İnsan” olarak birbirimizden farklılıklarımızla ilgili düşünülecek, konuşulacak, yazılacak bir durumun varlığının olmadığı bilinirken, bir taraftan birbirimize benzer olmamızın istenmesi de ne? Yaşamda, mahallede, hastanede, postanede…Farklılıklarla yaşamayı bilmediğimizden mi?

Bir kalıptan çıkmış gibi davranmamızın beklenmesi, bir kalıptan çıkmış gibi yürümemizin istenmesi, konuşmamızın istenmesi… Ne kadar anlamlı? Sunulan hazır kalıpların kültür endüstrisinin sonucu olduğunu göremediğimizde, sunulan sistemin içine rahatça girebilmemiz kendimize “uzak duruş” şeklinde belirginleşmeye başlamaktadır.

“Robotizm” i hep düşündüm. Yaşarken, yaşamın içinde yaşamı anlamaya çalışırken…

”Aynılık” kavramıyla birlikte düşündüm. Gözümün önünde bir robot; düşündüm, düşündüm…Sonra insanlara bakınca, yaşamın içinde davranışları irdeleyince yine düşündüm. Aynı davranışları ardı ardına farklı insanlarda görünce, bir kez daha düşündüm. Başka işlerin içindeyken bile hep aklım bu işlerdeydi. Sonra düşündüğümü özetledim; “ROBOTİZM”

Tepkilerin aynılığı beni düşündürttü. Tepkilerin benzerliği üzdü. Yapılanların, yorumların birbirinin devamından öte, tekrarı kızdırdı. İnsanın robotlaşması sıkıntıya soktu. Kalıplarla düşünürken, bireysel ayrılıkların farkında olmamak, olamamak canımı acıttı. “Robotizm” dediğim gizli hastalığın yaygınlaşıyor olması ürküttü.

Değişen şartlar karşısında, toplumca çareler aranarak, uyum sağlamak adı altında bazı tedbirlerin alınmasını, alınmasının istenmesini kabul etmiyor değilim. Ancak, değişen şartlara uyumlulukla birlikte bireysel ayrılıkların göz ardı edilmesiyle, prototip insanın yaratılmasının beklenmesine itirazım var. Prototip insanın yaratılmasıyla, yaşamın orta yerinde farklılıklarıyla yaşamaya çalışan insanların hoşnutsuzluğunu anlayabilmek zor olmasa gerek.

Kültür endüstrisine paralel olarak beliren “ modern insan” modeli, elimizin altına hazır kalıplarla sunulurken, akılcılık ve insan etkinliği çerçevesinde düşünülmesi gereken bireysel ayrılıklar, “Robotizm” ile birlikte tüm yaşama sunulmaktadır. Kültürü profesyonel yaşamak isteyenlerin “ insan” vurgusunu bilerek davranması, “Robotizm”in en büyük düşmanıdır. Benzerliğin “insan” için geçerli olmadığını bilerek, yaşamı, yaşamın içinde, “ insan”ı, “ insan” da görerek…
Bir çok kitapta modern insan özelliklerinden sayılan “zamanla ilgili olmanın, başarı güdüsünün, aile ilişkilerinin zayıflamasının, geleneksel kişinin mistik dindarlığının…” yaşamın içinde “Robotizm”i benimsemeyenlerce reddedilmesi yadırganacak bir durum değildir. Ayrıca, “Robotizm”in modernleşmenin tek boyutlu gelişmesi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

“Robotizm” i belki ilk defa duyuyorsunuz, belki duydunuz, belki içinizden hep geçirdiniz. Bunu bilemem. Ama şunu iyi biliyorum ki, “insanı” kendinizce yorumladığınızda hep tanımladınız, belki neyi tanımladığınızı bile düşünmeden. “Aynılık” temellendirmesi yaparken, benzer eğilimleri düşünmeden uygulayanları görüp kızarken, bireysel ayrılıkları bildiğinizden ve herkesin bilmesini istediğinizden….

“Bir ‘insan’ tüm evrendir yürekten görene. Yürek aldatmaz; anlayabileni… Kandırmaz bir an bile…Yürek ağlamaz, evrenin tümünü bildiğinden. “Ağlama” der usulca gözlere, “ağlama daha görecek güzellikler var bulalım birlikte “ ama gözlere anlatamaz derinlerden akıttığı tüm güzellikleri. Yürek göremez diyenlere inat, yürek en uzağı görendir, bunu böyle bilene… Gördüğünde ise ağlayan gözlere anlatamadıkça, yürek çekilir insanın küçük evreninden. Çekilirken de kapanır kendine öncelikle. Bir daha hiç açılmamacasına.”

Yaşamda hiçbir “yüreğin” yok sayılmaması dileklerimle...

6 Aralık 2008 Cumartesi

"Ötekileştirdiğimiz" İnsanlar







Birkaç gündür oğlum ciddi sıkıntılar yaşıyor ve yaşatıyor. Derdini tam anlatamadığından, tepkilerini çözmek zorunda kalmak kaçınamayacağımız bir gerçek. Çözüyorum şifreleri, ard ardına yerleştirdiğimizde zor olmuyor. Ellerini daha sert ısırıyor, okula giderken üzerini giymemek için direniyor, sürekli birilerini kızdırmak istiyor…

Sıkıntısı var. Üstelik tepki verdiği arkadaşları…Onları çok seviyor ama yanlarına gitmek istemiyor. Neden acaba? Bir çocuk arkadaşlarını hem sevip hem yanlarında olmak istemiyorsa burada ciddi bir iletişim sorunu vardır. Bunu anlayabilmek zor değil.

Anlayabilmek zor olmasa da sorunu çözebilmek kolay değil. Bir çocuğun, bir başka çocukla iletişim şeklini değiştirebilmek kolay değil. Sorun değişmeyince yaşamda yaşanan bu sıkıntı, yaş büyüdükçe daha büyür. Bir süre sonra hiç çözülemez. Ağaç yaşken eğilir…

Yaşamın içinde birbirinden oldukça farklı insanları her zaman rahatlıkla görürüz. Konuşamayan, kilosunda normal dışı durum bulunan, bedeni herkes gibi olmayan…Biz bu insanlara “engelli” der geçeriz. Bizden uzak olsun da, söylemlerini de yanlarında yüreklerimizden geçirerek. Duygunun “engeli” olmayacağını düşünmeden, tıpkı yaşın olmadığı gibi. Duygu her yaşta, her şartta aynı izleri bırakır yüreklerde…

İstenmemek, kabul görmemek kolay baş edilir bir duygu değildir herkes için. Sürekli istenmemek ise görünmeyen engelleri ortaya çıkarır, bilene. Var olan engelin yanında üstelik. Tüm engelliler ve ailelerinin gerçekte yaşadığı gibi. Bir başka engelle de mücadele etmek zorunda kalmak kolay baş edilir değildir.

Ötekiler deyip bir kenara bıraktığımız “insanların” , bırakılan kenarda neler yaşadığını düşünmemek öncelikle “ insan” olmaya ihanettir. Evde konuşacak kimsesi olmadığı için ağlayan yavrularımla konuştuğumda , yaşanan ihaneti daha net görmek, yine de onlar için sevgi beklemek çok mu anlamsız?

Dışarıda “ötekileştirilmiş” gençlerin içinde bulunduğu sıkıntılı ruhsal durumları her an gördüğümden, yürekten üzülürüm. Yalnızlıklarını bile yaşamın kendisi diye düşünen gencecik bedenleri… Bir insan merhabasında kabaran yüreklerini yanlarında görmenin, o an aldıkları hazzı onlarla yaşayabilmenin bir sonraki adımını bildiğimden, içim daha büyük acı duyar. Vazife galibi olarak hayır yapmanın sonucunda rahat rahat evlerine dönmeleri gördüğümden... Ne vazifesi? Yaşam bu kadar mı basit, tek düze? Hep aynı insanlarla…

Merak etmeyin oğlumun sorununu çözebilirim. Yanındayız, hep… Ama her “öteki” çocuk bu kadar şanslı mı? Mücadele etmeyen, edemeyen ailelerinin yanında, arkadaşlarından sürekli uzakta kalabilmek o küçük yüreklerde nasıl yansır bilir misiniz? Ya da düşünebilir misiniz? Düşünmek bile istemeyenler için sözüm, düşünün!… Düşünün ki birilerini de düşündürün. Küçük yavruların, genç bedenlerin “ötekileştirilmesine” izin vermeyin. Onları sokaklarda görebilirseniz tabii ki. Onlar evlerinde, herkesten uzakta…Ama yürekleri hepimizle…Bekliyorlar.

     ANLAMAYANLARA NOTLAR   Biliyorum. Kimsenin kimseyi duymayı beceremediğini biliyorum. Niye, bilmiyorum. Bilmek bile istemediğimden...